31 Ocak 2015 Cumartesi

Psikostazi - Ölü, “ka”sıyla (perispri) Osiris'in önüne, 42 ilahın huzuruna çıkar.



 Psikostazi ya da psikostasya, eski Mısır tradisyonundaki bir kavramın eski Yunanca’daki adıdır.
Terim psikhe (yaşamsal unsur, nefes, süptil beden) ve statis (tartılma) sözcüklerinden türetilmiştir. Ölüm olayı ile bedenini terk edenlerin yargılanması olan psikostaziye, ölümden sonraki vicdani hesaplaşma olgusunun sembolik öğelerle anlatımı da denilebilir.
Psikostazi (ya da psikostasya), eski Mısır tradisyonundaki bir kavramın eski Yunanca'daki adıdır. Bu terim, "psikhe" (yaşamsal unsur, nefes, süptil beden) ve "statis" (tartılma) sözcüklerinden türetilmiştir. Ölüm olayı ile bedenini terk edenlerin yargılanması olan psikostaziye, ölümden sonraki vicdani hesaplaşma olgusunun sembolik öğelerle anlatımı da denilebilir.

Eski Mısır metinlerine göre, her ölü için söz konusu olacak “tartılma”, ilahe Maat'ın "hakikat salonu" denilen salonunda gerçekleşir. Yeraltı âleminin sorumlusu ve Ra'nın gözü sayılan Maat'ın hiyeroglifi, “hakikat, adalet ve doğruluğu” simgeleyen tüydür.

Mısır Ölüler Kitabı'nda ve eski Mısır metinlerinde Psikostazi, özetle, şöyle açıklanır:

Ölü, “ka”sıyla (perispri) Osiris'in önüne, 42 ilahın huzuruna çıkar. Ezoterik kaynaklara ve sembolizm verilerine göre, bu 42 ilah, Osiris dini'ndeki “öldürmeyeceksin, ağlatmayacaksın! vb.” şeklinde belirtilen 42 kuralın somutlaştırılmış, kişileştirilmiş halleridir ki, burada, kişinin yeryüzünde yaşarken İlâhî Yasalar'ın gereklerine uyup uymamış olması irdelenir. bknz..Osiris'in Dini

Ölüler Kitabı'na göre, bir süre sonra, yeryüzünde yaşarken yapmış olduklarını görebilmesi için, ölüye hafızası ve anımsama yetisi geri verilir ve tartılma başlar.

Bu tartılma ve yargılanma sahnesi Mısır resimlerinde, bir kefesinde ölünün kalbi, diğer kefesinde bir tüyün bulunduğu terazi ile temsil edilir. Bu tüy ve kalp sembolizminde tüy sembolü hemen hemen tüm tradisyonlarda olduğu gibi, hakikat, adalet ve doğruluğu simgeler, kalp ise dünyada yaşarken tüm yaptıklarını gözünden kaçırmamış olan manevi tanığı vicdanı simgeler. Mısır hiyeroglif yazısında kalp, ters üçgen biçimli bir vazoyla ifade edilir; "hakikat"in hiyeroglifi ise tüydür.

Ölü, yeryüzünde yaşarken hangi fiilleri işlediğini ve hangi kuralları çiğnemediğini bir bir sayar.

Kalp, yani vicdan eski Mısır metinlerinde Horus'un sesinin duyulduğu yer olarak belirtilir. Birçok eski Mısır metninde rastlanan “bir insanın kalbi onun bireysel ilahıdır” (Viyana Müzesi) ve “ey kalbimdeki Tanrı” şeklindeki ifadelerden de anlaşılabileceği gibi, vicdan, tanık olmasının yanı sıra, kendisine hesap soracak olandır. Yani ölüyü yargılayacak olan, kendi içindeki ilahtır; kendi vicdanıdır. Bunu simgelemek üzere, mumyaların içinde bırakılan tek iç organ kalpti (“ab”). Eski Mısır inisiyasyonunda eğitim görmüş olduğu ileri sürülen Platon, bu aşamayı varlığın kendi kendini yargılaması olarak kabul eder.

Ölüler Kitabı'na göre, bu yargılanma sonunda, ölü, kötü şeylerin anısını ağzından ifrazat olarak dışarıya atar. Bir diğer Mısır metnine göre ise, yargılanma sonucunda günahkar çıkan ölüler timsah başlı Ammait (Ammit) tarafından yenirler. Bu “ölü yiyiciler” sembolizmi, Tibet Ölüler Kitabı'nda ve eski İran tradisyonlarında da bulunmaktadır.

Mısır Ölüler Kitabı'na göre, daha sonra ölülerden bazıları kısa süre sonra tekrar yeryüzünde doğarlar; bazıları ise “büyük ışığa” doğru çekilirler, kendilerine bir süre rehberlik yapıldıktan sonra Osiris'in uygun görmesi halinde onlar da, tekrar yeryüzünde doğarlar.

Eski Mısır'ın Psikostazi kavramının bir benzerine, vaktiyle Harran Ovası'nda yaşamış bulunan Sâbiîler'de rastlanır. Psikostazi'deki terazi bu tradisyonda Abatur'un terazisi olarak adlandırılır.(Abatur'un eski Mısır'daki çakal başlı Anubis'in bir versiyonu olduğu ileri sürülür.) 

Eski Mısır metinlerine göre, her ölü için söz konusu olacak “tartılma”, ilahe Maat’ın "hakikat salonu" denilen salonunda gerçekleşir. Yeraltı âleminin sorumlusu ve Ra’nın gözü sayılan Maat’ın hiyeroglifi “hakikat, adalet ve doğruluğu” simgeleyen tüydür.
Mısır Ölüler Kitabı’nda ve eski Mısır metinlerinde Psikostazi, özetle, şöyle açıklanır:
  • Ölü, “ka”sıyla (perispri) Osiris’in önüne, 42 ilahın huzuruna çıkar. Ezoterik kaynaklara ve sembolizm verilerine göre, bu 42 ilah, Osiris dini’ndeki “öldürmeyeceksin, ağlatmayacaksın! vb.” şeklinde belirtilen 42 kuralın somutlaştırılmış, kişileştirilmiş halleridir ki, burada, kişinin yeryüzünde yaşarken İlâhî Yasalar’ın gereklerine uyup uymamış olması irdelenir.[1]
  • Ölüler Kitabı’na göre, bir süre sonra, yeryüzünde yaşarken yapmış olduklarını görebilmesi için, ölüye hafızası ve anımsama yetisi geri verilir ve tartılma başlar.
  • Bu tartılma ve yargılanma sahnesi Mısır resimlerinde, bir kefesinde ölünün kalbi, diğer kefesinde bir tüyün bulunduğu terazi ile temsil edilir. Bu tüy ve kalp sembolizminde tüy sembolü hemen hemen tüm tradisyonlarda olduğu gibi, hakikat, adalet ve doğruluğu simgeler, kalp ise dünyada yaşarken tüm yaptıklarını gözünden kaçırmamış olan manevi tanığı vicdanı simgeler. Mısır hiyeroglif yazısında kalp, ters üçgen biçimli bir vazoyla ifade edilir; "hakikat"in hiyeroglifi ise tüydür.
  • Ölü, yeryüzünde yaşarken hangi fiilleri işlediğini ve hangi kuralları çiğnemediğini bir bir sayar.
  • Kalp, yani vicdan eski Mısır metinlerinde Horus’un sesinin duyulduğu yer olarak belirtilir. Birçok eski Mısır metninde rastlanan “bir insanın kalbi onun bireysel ilahıdır” (Viyana Müzesi) ve “ey kalbimdeki Tanrı” şeklindeki ifadelerden de anlaşılabileceği gibi, vicdan, tanık olmasının yanı sıra, kendisine hesap soracak olandır. Yani ölüyü yargılayacak olan, kendi içindeki ilahtır; kendi vicdanıdır. Bunu simgelemek üzere, mumyaların içinde bırakılan tek iç organ kalpti (“ab”). Eski Mısır inisiyasyonunda eğitim görmüş olduğu ileri sürülen Platon, bu aşamayı varlığın kendi kendini yargılaması olarak kabul eder.
  • Ölüler Kitabı’na göre, bu yargılanma sonunda, ölü, kötü şeylerin anısını ağzından ifrazat olarak dışarıya atar. Bir diğer Mısır metnine göre ise, yargılanma sonucunda günahkar çıkan ölüler timsah başlı Ammait (Ammit) tarafından yenirler. Bu “ölü yiyiciler” sembolizmi Tibet Ölüler Kitabı’nda ve eski İran tradisyonlarında da bulunmaktadır.
  • Mısır Ölüler Kitabı’na göre, daha sonra ölülerden bazıları kısa süre sonra tekrar yeryüzünde doğarlar; bazıları ise “büyük ışığa” doğru çekilirler, kendilerine bir süre rehberlik yapıldıktan sonra Osiris’in uygun görmesi halinde onlar da, tekrar yeryüzünde doğarlar.
Eski Mısır’ın psikostazi kavramının bir benzerine, vaktiyle Harran Ovası’nda yaşamış bulunan Sâbiîler’de rastlanır. Psikostazi’deki terazi bu tradisyonda Abatur’un terazisi olarak adlandırılır.(Abatur'un eski Mısır'daki çakal başlı Anubis'in bir versiyonu olduğu ileri sürülür.)




Ma'at, Mısır'ın doğruluk ve adalet tanrıçasıdır. Thoth'un karısı olduğuna inanılır ve ondan sekiz çocuğu olmuştur. Bu çocuklardan en önemlisi Amon'dur. Bu sekiz evlat, Hermopolis'in baş tanrılarıdır ve oradaki rahiplere göre, onlar yerküreyi yaratmışlardır.
Ma'at, oturan ya da ayakta duran kadın formlarında resmedilmiştir. Onun resimlerinde her zaman başında bir tüy bulunur. Bazı resimlerinde ise kollarında bir çift kanat görülür.
Firavunlar ülkelerini bu tanrıçanın belirlediği ilkelere göre yönetirlerdi ve böylece "evrensel düzenin" sağlanacağına inanırlardı. Kafasında bir devekuşu tüyü taşır. Bu tüy saf iyiliği,hakikati ve doğruluğu temsil eder ve Osiris'in mahkemesinde ölünün kalbi terazide bu tüy karşına konurdu. Böylece ölen kişinin iyi ve kötü ruhlu olduğu anlaşılırdı.
İnanışa göre, zamanın başlangıcında dünya yaratılırken ortaya çıkan kaos Ma'at'ın koyduğu kurallar ile ortadan kalkmıştır. Bu nedenle firavunların bu kurallardan uzaklaşması durumunda kaosun geri gelip Mısır ve dünyayı yok edeceğine inanılır.
Ölü kişi yargılanırken, Ma'at'ın tüyü ile ölünün kalbi terazinin kefelerine konur. Eğer, kalp tüy ile dengede kalırsa, ölü Duat'ta ölümsüz yaşama hak kazanır. Çünkü, tüy kadar hafif yürek günah ve şeytanın yükünü taşımıyor demektir.
Ma'at'ın son görevi, güneş tanrısı Ra'ya gökyüzündeki seyahatlerinde rehberlik etmektir. Her gün gökyüzünde onu taşıyan geminin rotasını belirler. Bazı inanışlara göre, gemide onunla beraber yön göstermek için yolculuk da eder.

Pergamon Krallığı


Pergamon Krallığı

 

Pergamon Krallığı veya Bergama Krallığı,[(Yunanca:Βασίλειο της Περγάμου) Batı Anadolu'da başkent Pergamon (bugünkü Bergama[3]) olmak üzere kurulmuş devlettir.[4] Krallığın kurucusu I. Attalos, kuruluş tarihi de M.Ö. 241 yılı kabul edilmektedir.[5] Bunun nedeni devletin ilk hükümdarı olan Filetairos ve halefi I. Eumenes'in kral ünvanını kullanmamış olduklarıdır.[6] M.Ö. 133 yılında Roma Cumhuriyeti'ne bağlanana kadar varlığını sürdürmüştür.[7]

Yöneten Hükümdarlar


Filetairos, (Yunanca: Φιλέταιρος, Philetairos, Latince Philetaerus ), MÖ 2. ve 3. yüzyıllarda Anadolu'da Toros Dağları'ndan Marmara Denizi'ne kadar uzanan bir alanda egemen olan Pergamon Krallığı'nın ve bu Krallığı yöneten Attalos Hanedanı'nın kurucusudur. MÖ 343-263 yılları arasında yaşamıştır.
Anadolu'nun Batı Karadeniz Bölgesi'nde, antik çağda Paflagonya denen bölgede bulunan Tieion kentinde doğmuştur. Tieion, eski adı Billaeus olan Filyos Çayı ağzındadır. Bu kent bugün Zonguldak ilinin Çaycuma ilçesine bağlı Filyos beldesinde bulunmaktadır.Belki Makedonya kökenli olan babasının adı Attalos, Paflagonya yerlisi olan annesinin adı Boa'dır.
Büyük İskender MÖ 323'de öldüğünde Filetairos yirmi yaşındadır ve İmpatarorluk topraklarını paylaşma kavgasına düşen komutanlarında Lysimakhos Trakya’da, Antigonos Frigya’da, Seleukos Suriye’de hükümrandır. Filetairos, önce Antigonos’a hizmet eder, o savaşta öldürülünce Lysimakhos’un emri altına girer. Kısa zamanda güvenilir bir kişi olur. Lysamakhos 9.000 talent'lik, yaklaşık 2.700.000 Cumhuriyet altını değerindeki hazinesini, Pergamon kalesinde koruması için Filetairos’a teslim eder. Pergamon kalesi bugün İzmir iline bağlı bir kent olan Bergama'dadır.
Filetairos Lysimachos'a MÖ 282 yılına kadar hizmet eder. Lysimachos'un üçüncü karısı Arsione ile anlaşmazlığa düşünce Suriye Kralı Seleukos'un tarafına geçer. Bir yıl sonra Seleukos Lysimachos'u Manisa yakınlarındaki Korypedion'da yenip öldürür. Birkaç ay sonra da Arsione Trakya'da Seleukos'a tuzak kurdurur ve öldürtür.
Filetairos bu durumdan yaralanır. Seleukoslarla iyi geçinir ve Pergamon yarı otonom bir kent devletçiği olur. Kyzikos (Erdek), Pitane (Çandarlı), Kyme (Aliağa) gibi komşu kentlerle dayanışma içine girer. Anadolu'yu haraca kesen vahşi Galatlarla savaşır. Çevresini yavaş yavaş genişletirken Pergamon Akropolü’nü kalın ve yüksek surlarla çevirir, arsenaller, silah depoları yapar, paralı askerlerden güçlü bir ordu kurar.
Pergamon'a Athena kültünü getirir. Aspordone, Yunt Dağları’na Anadolu’nun Ana Tanrıçası, Magna Mater, Kybele adına bir tapınak kurar. Annesi Boa onuruna, Pergamon tepesinin eteklerinde, bereket ve hasat tanrıçası Demeter’in tapınağını yaptırır.
Filetairos hiç evlenmemiştir ve çocuğu yoktur. Bu konuda birçok söylenti vardır. Coğrafyacı Strabon'a göre bunun nedeni; küçük bir çocukken Tieion'da bir cenaze töreninde izdihamdan dolayı çıkan bir kargaşada testislerinin ezilmesi ve hadım kalmasıdır. Tarihçi David Maggie ise bunun, Filetairos'un hiç evlenmemiş olmasından dolayı çıkarılan bir dedikodu olduğunu söyler. Ancak bir çocuğunun olmadığı kesindir.
Bu nedenle kardeşi Eumenes'in aynı adlı oğlu I.Eumenes'i evlat edinir ve onu varis yapar. Geride temelleri atılmış bir krallık bırakarak İ.Ö.263'de ölür.





I. Eumenes, Pergamon Krallığı'nın ikinci yöneticisi. MÖ 263-241 yılları arasında beylik yapmıştır. Attalos Hanedanı'nın kurucusu Filetairos'un vârisi ve yeğenidir.
Babası, kurucu Filetairos'un kardeşi Eumenes, annesi Satyra'dır. Pergamon bir krallık olacak kadar geniş alana yayılmadığından kral olarak değil bey (dynast) olarak adlandırılır. Hüküm sürdüğü dönemde, küçük bir kent devletçiği olan Pergamon'un çevresine tutunmasına, komşu kentlerle dostluğun gelişmesine çalışmıştır.






I. Attalos Soter (Greek: Ἄτταλος Α΄ Σωτήρ,)) ("Soter"=Kurtarıcı) (d. MO 269 Pergamon (günümüzde Bergama - o. MO 197, Pergamon (günümüzde Bergama) Pergamon Krallarından Attalos Hanedanı'nin üçüncü üyesi olarak MO 241– MO 197 yılları arasında hüküm sürdü.
Attalos Hanedanı'ni kuran Filetairos'un küçük kardeşi Attalos'un torunudur. Babasının adı da Attalos'dur. Annesi Selevkos İmparatorluğu kızı Antakyali prenses Antıochis'tır. Kyzikoslu Apollonis ile evlenmiş ve Eumenes, Attalos, Filetairos, Atheneaos (annesinin babsainin ismi) adli bilinen dört oğlu olmuştur.[1]
Orta Anadolu'ya yerleşen ve tüm Anadolu'yu haraca kesen Galatlar'a karşı savaşmış ve büyük bir zafer kazanmıştır.[2] Bu nedenle kendine "söter", "kurtarıcı" unvanı verilmiştir. Küçük bir kent devletçiği olan Pergamon'un sınırlarını genişletmiş ve "Kral" (basileos) unvanını almıştır.




II. Eumenes (Εὐμένης Β' τῆς Περγάμου) (ö. MÖ 159, Pergamon (gunumuzde Bergama) Pergamon Krallarından Attalos Hanedanı'nın dördüncü üyesi olarak MÖ 197– MÖ 159 yılları arasında hüküm sürdü.

Pergamon Kralı I. Attalos ile Kraliçe Apollonis'in oğludur. Kapadokya Kralı IV. Ariarathes'in kızı prensesi Stratonike ile evlendi.
Antakya merkezli Selevkos İmparatorluğu'nun Anadolu'daki genişlemesini müttefiki olduğu Romalıların desteği ile durdurdu. MÖ 190'da, bugünkü Manisa yakınlarındaki Magnesia ad Spyllium'daki Magnesia Savaşı'nda Selevkos İmparatoru III. Antiokus Magus'un ordusuna karşı Romalı müttefikleri ordusu komutanı Konsül Lucius Cornelius Scipio ve (Afrikali Scipio adı verilen) kardeşi Publius Cornelius Scipio komutasındaki Roma Cumhuriyeti ordusu ve müttefiki olan Bergama kralı II. Eumenes ile birlikte Romalılar çok üstün bir galibiyet kazandılar. MÖ 188'de, Afyon, Dinar yakınlarındaki Apamea'da yapılan barış antlaşmasıyla Batı Anadolu'daki egemenliğini pekiştirdi. Ama o zamana kadar büyük kısmı Selevkoslar tarafından idare edilmekte olan Anadolu'nun içişleri de tümüyle efektif olarak Romalı idaresi eline geçti.
Daha sonraki yıllarda kuzeyde Makedonyalılarla uğraştı. MÖ 172'de Roma'ya yaptığı bir görüşme gezisinden dönüşte Makedonya kralı Perseus'un Delfi yakınlarında kurduğu bir tuzak sonucunda ağır yaralandı ancak iyileşti.
Fakat sonradan Romalılar II. Eumenes'in Makedonya Kralı Perseus ile gizli ilişkiler kurduğundan şüphelenmişlerdir. Bunun için Romalılar MÖ 167'de kardeşi II. Attalos'u Pregamon Krallığı tahtına geçirmek için girişime geçmişlerdir ama bunu sağlayamışlardır. II. Eumenes kendinin Roma'ya ihanette bulunmadığını Romalı idarecilere şahsen bildirmek için Roma'ya gelme izni istemiştir ama bu izin verilmemiştir. [1].
II. Eumenes MÖ 160'da ciddi olarak hastalandı. Devlet işlerini idare etmek için kardeşi II. Attalos'u kendine ortak kral tayin etti. MO. 159'da Bergama'da öldü. Varisi olan oğlu Attolos küçük yaşta idi. Romalıların teşviki ile kardeşi II. Attolos olarak Pergamon Krallığı tahtına çıktı ve II. Eumenes'in dul karısı Stratonike ile evlendi.
Yöneticilik yaptığı süreçte, zamanla 200.000 kitaplık bir birikime sahip olacak Pergamon Kütüphanesini büyüttü. Kuzu ve keçi derilerinden yapılan ve bugün parşömen olarak bilenen Pergamene Karte'nin geliştirilmesinin ve kullanılmasını yaygınlaştırdı. Pergamon'u bir kültür merkezi yaptı.


II. Attalos (Άτταλος Β' ό Φιλάδελφος) (d. MÖ 220 Pergamon (günümüzde Bergama) - ö. [MÖ 138] Pergamon (günümüzde Bergama) Pergamon Krallığı kralı olarak MÖ 160–138 yılları arasında hüküm sürdü. Pergamon Krallarından olan, Attalos Hanedanının beşinci üyesi Κral I. Attalos ile Kraliçe Apollonis'in oğlu, II. Eumenes'in kardeşidir. Ağabeyi II. Eumenes'e olan bağlılığından ve sevgisinden dolayı "Kardeşini seven", (Φιλάδελφος) olarak anılır. Kardeşi II. Eumenes ölünce vasisi III. Attalos küçük olduğundan, ağabeyinin karısı kraliçe Stratonike ile evlenerek kral oldu.
Krallığı sırasında Selevkos, Makedonya ve Bitinya krallıklarıyla savaştı. Bir yandan ülkesinin sınırlarını genişletirken bir yandan da ülkeyi büyüttü. bu süreçte Romalılar ve Kappadokia Krallığıyla birlikte davrandı. Filedelfia (Alaşehir -Manisa-) ve Attalia (Antalya) kentlerini kurdu.
Atina’daki ünlü ve görkemli Attalos Stoa’sı, iki katlı galeri, II. Attalos ve eşi Stratonike tarafından inşa edilmiş önemli yapılardan biridir. Modern zamanlarda, 1950’lerde ünlü Rockefeller ailesi tarafından restore ettirilen bu yapı, günümüz Atina’sında ayakta duran en önemli antik yapılardan biridir.
Özgün yapıda, galerinin orta kısmının önünde, II. Attalos’u bir Quadriga, dört atlı araba üzerinde gösteren bronz bir heykel vardı. Eşi Stratonike’nin de stoa’da bir heykeli olduğu sanılıyor .



III. Attalos (Άτταλος Γ') (d. MÖ 170 Pergamon (günümüzde Bergama) - ö. MÖ 133Pergamon (günümüzde Bergama)) (Pergamon Krallığının son Kralı, Attalos Hanedanının altıncı üyesi MÖ 138 - MÖ 133 yılları arasında hüküm sürdü. Κral IΙ. Eumenes ile Kraliçe Stratonike'in oğludur. Annesine olan bağlılığından ve sevgisinden dolayı "Annesini seven", (Φιλάμετορ) olarak anılır. Amcası II. Attalos ölünce kral oldu.
Genç yaşta Mısırlı Ptolemaios hanedanından Berenike ile nişanlanmıştı ancak nişanlısı daha evlenmeden önce öldü.
Diğer Pergamon Kralları’ndan farklı olarak, kuşkucu ve zalim davranışları nedeniyle hem kendi hem de komşu halklar tarafında nefret edilmesine yol açıldı.
Adı kötü ve dengesize çıktığından III. Attalos'a ilişkin fantastik söylentiler, anlatılar yayılmıştı. Yazılanlara göre kraliyet bahçelerine tıbbi bitkiler ekip yetiştirip, bunların meyvelerini ve meyve sularını incelemeyi kendine iş edinmişti. Zamanla bu çabayı öyle ilerletmiştir ki, çeşitli zehirli bitkiler üzerine uzman olmuştu. Zamanla ilgisini tarımla uğraşmaktan farklı alanlarla kaydırdı, pirinç ve metale çekiçle şekiller vermekle, balmumuyla modellere yapmakla vakit geçirdi. Zaten, Justınus’a göre “annesi için bir anıt yaparken güneş çarpması sonucu hastalanıp yedinci gün olmuştur.”
MO 133 yılında öldüğünde, bir vasisi olmadığından, geriye, Pergamon Krallığıni Romaya bırakan bir vasiyet bırakmıştır. Strabon'un, “Kraliyet ailesine mensup saygın bir kişi” olarak tanıttığı, [1],kendini II. Eumenes'in oğlu olduğnu söyleyen Aristonikos bu kararı tanımamış ve kendinis Pergamon Kralı III. Eumenes adını alarak Romalılara isyan etmiştir. Ancak Romalılar tarafından yenilip, yakalanıp idamm edilmiştir..

 








Bergama’da ilkler şunlardır;



İlk parşömen (deriden kağıt yapımı)

İlk Asya kütüphanesi (200000 ciltlik)

İlk büyük hastane  (Asklepion)

İlk telkinle tedavi (Psikoterapi)

İlk doğal  tedavi  (Müzik,tiyatro,spor ,güneş ve çamur ile)

İlk farmakoloji (doğal ilaçlar)

İlk afyon modeli ilaç

İlk kent hijyeni (sağlık alt yapısı )

İlk tıp ve eczacılık  simgesi olan yılan
 










ECZACILIĞIN BABASI OLARAK ANILAN CLAUDİOS GALENOS





Doktor tanrı ve  doktorluk tanrısı  olan  Asklepiosun adına  kurulan sağlık tapınakları olan asklepionlar Antik Batı Anadolu tıbbının en önemli yapılarıdır. Anadolunun batısında, Ege adalarında ve Yunanistanda 200den çok asklepion bulunduğu  tahmin  ediliyor.  Normalde  bir  hastanede  olmasını  beklediğimiz bölümler dışında tiyatro, kütüphane, spor alanları gibi bölümler olan Asklepionda yapılan tedavilerde beklenen ve bilinenin dışındaydı. Asklepios Yunan mitolojisinde hekimlik sanatının ustası olan tanrı olarak geçer. Bu sanatı o kadar ileri götürmüştür ki ölümler son bulmuş hatta ölüleri bile diriltmeye başlamıştır. Bunun üzerine Zeus tarafından doğal düzeni bozduğu gerekçesiyle cezalandırır. Benzer bir hikâye Lokman Hekim için de anlatılmaktadır. Asklepios doğadaki dengeyi koruyan iyileştirici cü temsil etmektedir. çlü sağlıkelinde yılan sarı asası bir erkek heykeli ile temsil edilir.Döneminin sağk merkezi olarak çaşan Asklepionda birbirinden çok farklı ve geçerli tedavi yöntemleri kullanılmaktaydı. Kuluçka uykusu bu uyku sırasında görülen rüyaların yorumlanması, şifalı sularda yıkanmak, yenilenlere dikkat edilmesi özel diyetler, tiyatroda yapılan psikodrama tedavileri, tapınaklarda, soğuk ve sıcak su banyoları, maden suları kaynaklarından sular içilmesi, kan anması, kusturmak, gerekirse müshil vermek, deniz kıyısında bulunanlara özellikle deniz banyosu vermek, değişik  ilaçlarla tedaviler,  telkin, teselli  ve  iç sıkıntısını gidermek  için ruhsal tedaviler  bunların  en  bilinenleriydi.  Uyku  ve  rüyalar  perhiz,  sıcak  ve  soğuk banyo-beden hareketleri sindirim sistemi bozukluğu ile gelen bir hastaya; ekmek- peynir- maydanoz-marul ve ballı sütten oluşan bir beslenme verilmiştir. Çıplak ayakla dolaşması, her gün koşması, çamur banyosu yapması ve sıcak bir banyo almadan önce tüm bedenini şarap ile ovması öğütlenmiştir. Tedavi başarılı sonuç vermiş hastanın şükranlarını belirten bir yazıt nümüze kadar gelebilmiştir(Bayatlı,1993). Antik dönemde, Anadoluda yapıldığı bilinen ilk tıbbi girişim olan beyin delme ameliyatları (trepenasyon) da Bergamada yapılmıştır. On  bin  yıl  öncesinden  kalan  insan  kafataslarında  bilinen  en  eski  cerrahi girişimlerin izleri bulunmuştur. Üstelik izler, ameliyattan sonra kişinin bir süre daha yaşadığını da göstermektedir. Bundan hemen sonra, neolitik dönemden kalan epilasyon aletlerinin bulunması, bedendeki kılların da alındığının gösteriyor. Bu aletlerden çok sayıda bulunması epilasyonun, günümüzde olduğu gibi, eskiden de yaygın olarak yapıldığını gösteriyor(Gözcelioğlu,2008).Pergamonda çamur banyosundan da yararlanıyordu. Aristeidesin yazılarında; tanrının buyruğu üzerine,  soğuk  bir  kış  gününde,  nasıl  çamur  banyosu  yapıp,  tapınakların çevresinde üç kez koştuğunu ve nihayet kutsal çeşmede üstündeki çamurları temizlediğini çok açık bir dille aktarır. Yazarın dediğine göre hava o kadar soğukmuş ki hiçbir giysi insa ısıtayormuş. Yazara eşlik etmeye gönüllü iki dostundan biri hemen geri dönmüş, diğeri spazm geçirmiş ve gevşetilmesi için hamama götürülmesi gerekmiş. Baldıran suyu, kireç katılmış su içmek, pekliğe karşı uzun süre  or tutmak,  günlük  ile  tütsülenmek,  keklik  perhizi  yapmak, yazıtlarda pek çok mucize olaydan da söz edilir, dua ederken tek dileğim hamile kalmak dediği için yıllarca doğuramayan kadınlar ve daha niceleri .




2. Antik Çağda İki Büyük Tıp Adamı: Galen ve Hipokrat

Antik Anadolu tıbbının, tıp tarihi açısından en önemli doktorları, kuşkusuz Hipokrates ve Galendi. Hipokratesin ortaya koyduğu nesnel nedenlere dayalı, gözleme   dayanan,   akılcı,   uygulamaya  dönük   ve   dinsel-büyüsel  etkilerden sıyrılmış tıp anlayışı Galenle sürmüş ve ondan sonra Rönesansa kadar değişmemiştir.  Galen  ünlü  bir  Asklepios  tapınağının  bulunduğu  Batı Anadoludaki Bergamada dünyaya geldi.  Genç  yaşta önce felsefe sonra tıpla ilgilendi. İzmire giderek orada da tıp eğitimi aldıktan sonra İskenderiye’ye gti ve burada anatomiyle ilgilendi. Hipokrat tıbbını öğrenmeye çaşıyordu. Buradaki çaşmalarından  sonra  28  yaşındayken  çok  iyi  bir  doktor  olarak  Bergamaya döndü. Buraya geldiğinde gladyar okulunda bir doktora gereksinim vardı. Bu göreve atandı. Böylece daha da önemli bir konuma geldi. Galenin tıbba yaptığı katkılar o kadar iyiydi ki Ortaçağ tıbbı Galen Tıbbı adıyla aldı. Galen, tedavi çaşmalarının ya sıra anatomi, fizyoloji, farmakoloji bilimleri ve de felsefeyle ilgilendi.  Zamanın tıp  bilimine  tamamıyla  hâkim olan Galen,  bu  bilim dalını orijinal ilkelere göre yeniden düzenledi. Ününü de özellikle yeni geliştirdiği araştırma yöntemiyle kazandı. Galene göre analizler, hastakların incelenip iyileştirilmesinin temelini oluşturur. Droglardan ilaç elde etmeye başlamış olduğundan da eczacılığın ve farmasötik teknolojinin babası olarak kabul edilir .

 




Bergamalı Galenos’un  Heykeli 3 metre uzunluğunda ve tıp biliminin  simgesi olan  yılan motiflerinin bulunduğu 4 metrelik bir sütun üzerindedir…





14.-18. yy. Bergama’daki Türk Mahalleleri