22 Temmuz 2015 Çarşamba

Cumhuriyet Dönemi Kadınlarımız ve İffetsizlik Projesi..


HAÇLILAR
Paylaş

 
Bu sayıdaki yazımızda Cumhuriyet döneminde kadınlar üzerinde yapılmak istenen değişimler ve evrimler hakkında âcizane yapmış olduğumuz araştırmalara yer vereceğiz. Kadınlarımızın Batı’ya uydurulup İslam ile olan bağlarını kesme projesi de diyebiliriz buna. İffetsizlik projesi de denilebilir. Okuyunca hak vereceksiniz.
Hep tartışıla gelmiştir Lozan bir hezimet mi yoksa zafer mi diye. Ama Lozan’dan sonra Türkiye’de esen hava hep İslam’ın aleyhine olmuştur. Toplumda İslam’ı sembol eden, İslam’ı çağrıştıran unsurların üstüne gidilmiştir. Bunlar resmi tarih kitaplarında nedense anlatılmayıp üstünkörü geçilmiştir. Ama detaylıca araştırıldığında hakikat gün yüzüne çıkmaktadır. NASIL MI? Buyurun o zaman:
Lozan yeni kurulan rejim için çok önemliydi. 24 Temmuz 1973’te televizyonda İnönü Lozan’ı anlatmıştı. Prof. Nazmi Kal’ın “İnönü’nün Televizyon Konuşmaları” TRT Yayınlarından çıkan eserinde bu konuşma vardır. İnönü orada Lozan’ı şöyle anlatıyor: “Biz Lozan’da öyle taahhütler(sorumluluklar) altına girdik ki, İtilaf devletleri bizim bu taahhütleri yerine getiremeyeceğimizi zannettiler. Anlaşmaya göre bizim bunları 10 sene içinde yerine getirmemiz gerekiyordu. Ama biz 5 sene içinde yerine getirdik” Nazmi Kal İnönü’ye soruyor “Paşam niçin yerine getiremeyeceğinizi zannettiler” İsmet İnönü: “Çünkü millet isyan eder diye düşündüler” diyerek cevap veriyor. (1) İnsanın sorası geliyor:
Hangi sorumluluk altına girdiniz Lozan’da? İtilaf devletleri size ne sorumluluklar yükledi? 0n sene boyunca yerine getirmeniz gereken sorumluluklar nelerdi? Acaba Hilafetin kaldırılması mı? Harf inkılâbı yapıp bir gecede insanların mazilerini unutması için cahil bırakmak mı? Şapka kanunu çıkarıp muhalif olanları asmak mı? Kadınları Batılılaştırmak mı? Avrupa’dan yasalar kanunlar almak mı? İslam âlimlerini sindirmek mi? Ezanı Türkçe okutmak mı? Tanrı uludur demek mi? Evet bakılırsa hepsi. NEDEN Mİ? Okumaya devam edelim. Ama şimdiden söyleyeyim “Lozan’dan geldi İsmet Türkiye’den gitti kısmet”
Kazım Karabekir Paşa 16 Ağustos 1923’te İsmet Paşa’ya son zamanlarda hükümet çevrelerinden duymakta olduğu din karşıtı fikirlerin Lozan’dan gelmekte olduğunu söyler.
İsmet Paşa ona cevaben Birinci Dünya Savaşı’nda Macarlar ve Bulgarlar da bizim gibi yenildikleri halde bağımsızlıklarına Hıristiyan oldukları için dokunulmadığı, bizimse sırf Müslüman olduğumuz için bağımsızlığımızın ortadan kaldırıldığını söyler. Şöyle der:
“Biz kendi kuvvetimizle bağımsızlığımızı kazansak bile Müslüman kaldıkça sömürgeci devletlerin ve bu arada özellikle İngilizlerin daima aleyhimize olacaklarını, bağımsızlığımızın daima tehlike altında kalacağını anlattı”(2) Aa! Oldu mu şimdi? Müslüman kaldıkça bağımsızlık vermeyeceklermiş bize. Evet, bunu İsmet İnönü söylüyor kaynağını da verdim. Müslüman kalmamak için halk ve özelikle kadınlar üzerinde yapılan değişikliklere bakalım şimdi. Müslüman kalmamak için yapılan değişimleri biraz daha net görelim.
Cumhuriyet döneminde kadınlar üzerinde yapılan değişimleri anlatmadan önce Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” adlı eserinde o zamanın kadınları hakkında şu bilgiler veriliyor. “Osmanlı döneminde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk kadını İslami kurallara göre örtünür edepsizlik ve iffetsizlik yapılmazdı. Eller, kollar, bacaklar iyice kapanmalı, çarşaf vücut biçimini hiç sezdirmemeli, peçeler bir süs değil tam bir örtü olmalı idi. Kadın erkekle bir arabaya binemezdi. Vapurlarda, tramvaylarda, muhallebici dükkânlarında kadın yerleri perde veya kafesle erkek yerlerinden ayrılırdı”(3) Falih Rıfkı Atay daha sonra şunları aktarır: “Mustafa Kemal bu dar kalıbı kıracaktı. Atatürk evinde alaturka musikiyi eksik etmemişken, milli eğitimde yalnız batı musikisini tutmuştur. Daima müziksiz devrim olmaz sözünü tekrar eder ‘Çocuklarımızın ve gelecek nesillerin musikisi batı medeniyetinin musikisidir’ derdi… Kadını kurtaracaktı. Kurtarmak için önce açmalıydı. İlk yapılan işlerden biri, İstanbul tramvayları ile vapurlarındaki perdeleri kaldırması olmuştur… Nihayet Medeni Kanunla kadınla erkek arasındaki hukuk farklarının kaldırılmasına kadar gitti. Parola ilerde hiçbir gerilemeye imkân vermeyecek kadar kadına her meslekte yer vermekti. Kadın, milletvekili, belediye azası, hekim, avukat, her şey olmalı idi. Üniversitede erkeklerle beraber okumalıydı…”(4)
Falih Rıfkı, Atatürk’ün yakın arkadaşı ve koyu Kemalist biridir. Aktardıklarına bakılırsa kadın açılmalı, batı müziği gençlere alıştırılmalı, üniversitede kız erkek beraber okumalı ki bu ateşle barutu yan yana koymak oldu, ahlak bozuldu. Evinize yakın bir lise ve üniversiteyi ziyaret ederseniz anlarsınız bunu. Suç ateşle barutu yan yana koyanda. Kızı açıp erkeğin yanına koyarsan ora eğitim yuvası değil “eritim yuvası” olur. Gençliği eritirsin. Nitekim böylede oldu.
Kadınlar üzerinde büyük değişimler yapılmak istendi ve düğmeye basıldı. Bunun için Atatürk’ün bizzat örnek olması gerekiyordu. Bu yüzden eğitim ve yaşayış bakımdan batılı olan Latife hanımla evlendi. Batılı elbiseler giyebiliyor. Erkeklerle utanmadan beraber oturup tartışabiliyordu. Dans edebiliyordu.
Lord Kinros Atatürk adlı eserinde şunları aktarıyor: Bir gün Atatürk’ün dilinden “Bekârlık sultanlıktır” sözünü söyledi. Atatürk’e niçin evlendiği sorulunca: “Bu reform yüzünden” diye cevap verdi. Kendi karısının yüzünü açtığını göstermeden, milletin karılarının yüzünü açması istenebilir miydi?(5) Evet Atatürk kendi eşini örnek göstererek tüm kadınları değiştirmek istiyordu. Türk kadınının peçesini, çarşafını çıkarmasını istiyordu. Dans etmesini, balolara katılıp erkeklerle rahatça oynamasını istiyordu. Bu yüzden yurt gezilerine çıkarken latife Hanım’ı da yanında götürüyordu. Tüm kadınların onu görüp örnek almasını istiyordu.
Latife Hanım gezi sırasında yabancı şairlerden şiirler okuyordu ezbere. Victor Hugo’dan, Byron’dan… Atatürk’ün yanında ayağında külot pantolonla, siyah sıkma başının altında yüzü meydan okurcasına açıktı. Atatürk Latife Hanım’ı böyle açık açık yanında gezdirmesi tepkilere de neden oluyordu.(6)
Rejim aile ve özellikle kadını değiştirip batıya uydurmanın çok zor olduğunu biliyordu. Kadına müdahalenin namusa müdahale olacağını biliyordu. Toplum tarafından böyle algılanacaktı. Bu yüzden kadın konusundaki değişimi aniden yapmaktansa yavaş yavaş zamana yayarak yapmayı tercih etti. Devrimci değil evrimci bir yaklaşım izledi bu konuda. Kadınların giydiği çarşafı kaldırmak yapılacak ilk değişiklik olarak belirlendi. Kadınlardan çarşafı kaldırmak ne derece tepkiye neden olacağını denemek için bir pilot bölge seçilir. İlk uygulama Trabzon’da gerçekleştirilir. Trabzon belediyesi kent merkezinde çarşaf giyilmesini yasaklar. Merkezde çok tepkiye neden olmayınca daha sonra yasak alanları genişletilir. Mahalli idarelere kadar uygulanmaya başlanır. Daha sonra yasak o kadar genişletilir ki bazı bölgelerde çarşaf giyenlere polis müdahalesinin yapıldığı görülür.
Bu sırada aynı zamanda tesettürün kadının görünümünü ne kadar rencide ettiği hakkında konuşmalar yapılır. Yurt gezilerinde Avrupai görünüme sahip kadınlar gezi heyetine dâhil edilir. Böylece Anadolu kadınları Avrupai tarzda giyime alıştırılmak istenir. İstanbul’da plajlar halka açılır ve plajlara gitmeye yönelik teşviklerde bulunulur. Ve kadınların batı tarzı giyinme ve yaşantısına alıştırılmak istenir.(7) Önce zihinlerin bu rezalete alıştırılması gerekiyordu. İlk plan buydu. Zihinler alıştırılınca kadının içindeki iffet duygusu yavaş yavaş kayboluyordu. Belli bir zaman sonrada çıplak gezmekten utanmayacak hale getiriliyordu. VAH Kİ NE VAH!
Kadınlar tiyatrolarda oynatılır. Atatürk bizzat bazı kız çocukları edinir ve onları arzuladığı gibi yetiştirir. Açık elbiselerle erkeklerle bir arada olabilen kızlar yetiştirir. “Afet İnan” gibi, “Sabiha Gökçen” gibi. Bunları Avrupa’ya eğitime gönderir. Bunlar da istenileni tam olarak yaparlar. Sabiha Gökçen uçak pilotu olarak Dersim katliamında rol alır ve uçağı ile Dersim’i bombaya tutar.(8)
Ve Cumhuriyet döneminde kadınları daha hızlı batıya uydurmak için güzellik yarışmaları düzenlenir ve bekâr genç kızların bu yarışmalara katılmaları teşvik edilir.
2 Eylül 1929’da güzellik yarışması düzenlenir. Miss Turkey. Cumhuriyet gazetesi düzenledi bu yarışmayı. Bu girişimin ardında Mustafa Kemal bizzat vardı. 4 Şubat 1929’da duyuru yapılır. “Bütün dünyada güzel kadınlar seçilir ve memleketlerinin güzellik kraliçesi intihap edilirken bizim böyle bir kraliçemiz neden olmasın? Türk en güzel kadını acaba kimdir?” denir. 16–25 yaşındaki kızlar arasında yarışma yapılacaktı. Bir hafta sonra gazetenin sahibi ve başyazarı Yunus Nadi sütununu bu konuya ayırır. Güzellerin mayo ile jürinin önüne çıkacaklarını bildirir. 125 yarışmacının fotoğrafı 21 Haziran 1929’da tamamlanır. Sıra okuyucuların oy vermesine gelir. 1 Ağustos’ta açıklanan sonuçlara göre 1121 oyla “Mualla Suzan” birinci seçilir. Gazete 400’ün üzerinde oy alan 48 yarışmacının büyük jüri önüne çıkmasına karar verir.
Eylül günü güzeller jüri önüne çıkarılır. Jüri şu isimlerden oluşur. Abdulhak Hamit Tarhan, Halid Ziya Uşklıgil, Cenap Şahabettin, Peyami Safa, Hüseyin Rahmi Gürpınar gibi tanıdık isimler vardır. Bu isimleri hemen tanıdınız değil mi? Bunlar sadece bir kaçı. Ünlü ressam, müzisyen ve tiyatrocular da vardır jüride. Yarışma Cumhuriyet Gazetesi’nin üst katında yapılır. “Orta boylu, kıvırcık lepiska saçlı, altın gözlü, beyaz tenli, zarif endamlı, beyaz krep satenden bir elbise giymiş olan “Feriha Tevfik” birinci olur”(9) Tüm bunların amacı Müslüman kızların topluluk önünde açılmasını kolaylaştırmaktır. Ve bu rezalet güzel bir şeymiş gibi genç kızlara alıştırılır. Ben buna “iffetsizlik projesi” diyorum. Kadınların İslam ile olan bağları bu şekilde koparılmak istenir.
1930’da bir güzellik yarışması daha düzenlenir. Bu yarışmanın birincisi yani kraliçesi Mübeccel Namık Hanım’dır. İlginç olan bu yarışmada jürinin yorumlarıdır. Hüseyin Rahmi Gürpınar “Bire bir alınırsa hepsi güzel, fakat bolluk içinde seçmek müşkül oluyor” diyor, Halit Ziya Uşaklıgil “Bayıldım” diyor, Abdulhak Hamit Tarhan “Cennete girdim sanıyorum” diyor (hâlbuki cehennemin yolunu açıyorlar, Mustafa G.) Hüseyin Cahit Yalçın “Hayranım” diyor.(10) (hâlbuki utanılacak bir durum, Mustafa G.) İnsanın zavallılar diyesi geliyor. Çıplak kızları izleyip “hayranım, ne güzel” diye yorum yapıyorlar. Bilmiyorlar ki (belki de biliyorlar) toplumun ve insanların İslam ile olan bağları koparılmaya çalışılıyor.
İşte şimdi iplerin koptuğu, yüreklerinizde “AH!” bombalarının patlayacağı yere geldik. Şimdi bir güzellik yarışması daha paylaşacağım. Ama okuduktan sonra bir Ah! Çekin ki yıkılsın İslam’la insan arasına engel koyan her şey.
Evet, sene 1932 Cumhuriyet Gazetesi bir güzellik yarışması daha düzenliyor. “Evlenmemiş, namuslu kızlar” davet edilir diyor. (“Namus mu bozacaksınız da namuslu kızları davet ediyorsunuz?” diyesi geliyor insanın, Mustafa G.)
Bu yarışmaya 17 yaşında “Keriman Halis” adında genç bir kız da katılır ve birinci olarak güzellik kraliçesi seçilir.
Sonra dünya genelinde bir güzellik yarışması düzenlenir Avrupa’da. Belçika’nın Spa şehrinde düzenlenir bu yarışma. Keriman halis bu yarışmaya gönderilmek istenir. Babası Tevfik Halil’e kızınızı güzellik yarışmasına sokacağız dediklerinde Tevfik Bey “Bu kara kız mı?” diye alay etti. Aynı yıl Belçika’nın Spa şehrindeki yarışmaya Keriman Halis de gönderilir. 28 ülkenin temsilcileri arasından dünya güzeli seçilir. Buraya kadar belki acı verici bir şey yok. Ama Keriman Halis nasıl birinci oldu? İşte bu sorunun cevabını Halide Turhan Bey’in hatıratında buluyoruz. Keriman’ın dünya güzeli seçilmesini şöyle anlatıyor: “1932’de Cumhuriyet Gazetesi’nin düzenlediği yarışmayı Keriman Halis kazandı. Aynı yıl Belçika’nın Spa şehrinde 28 ülkenin katılımıyla güzellik yarışması düzenlendi. Keriman Halis bu yarışmaya Türkiye’yi temsilen katıldı. Günlerce Spa şehrinde kalan güzeller çeşitli kimselerle görüşüp konuştular. Yarışma gününde jürinin önünde kızlar birer birer geçip giyimleriyle bakışlarıyla tebessümleriyle puan toplamaya çalıştılar.. Jüri salona geçip puan değerlendirmesi yapmak istedi. Başkan kürsüye geçerek şöyle dedi: “Sayın jüri üyeleri bugün Avrupa’nın Hıristiyanlığın zaferini kutluyoruz. 1400 senedir dünya üzerinde hâkimiyetini sürdüren İslamiyet artık bitmiştir. Onu Avrupa Hıristiyanları bitirmiştir. Elbette Amerika ve Rusların haklarını inkâr edemeyiz. Neticede bu Hıristiyanlığın zaferidir. Müslüman kadınların temsilcisi Türk güzeli Keriman aramızdadır. Bu kızı zaferimizin tacı kabul edeceğiz. Onu kraliçe seçeceğiz. Ondan daha güzeli varmış yokmuş önemli değil. Bu sene güzellik kraliçesi seçmiyoruz. Bu sene Hıristiyanlığın zaferini kutluyoruz. Avrupa’nın zaferini kutluyoruz. Bir zamanlar Fransa’da oynanan dansa müdahale eden Kanuni Sultan Süleyman’ın torunu işte“mayo ve sutyen” ile önümüzdedir. Kendini bizlere beğendirmek istemektedir. Biz de bize uygun bu kızı beğendik. Müslümanların geleceğinin böyle olması temennisiyle. Türk güzelini dünya güzeli olarak seçiyoruz. Fakat kadehimizi Avrupa’nın zaferi için kaldıracağız.”
Böylece Keriman dünya güzeli seçildi ve resmi gazetelere basıldı. Hatta kartpostal yapılarak satıldı. Elden ele dolaştı. İşin ilginç tarafı Keriman, Şeyhülislam’ın torunu olarak takdim edilir.(11)
Atatürk 3 Ağustos’ta Cumhuriyet Gazetesi’ne şu demeci verir:
“Türk ırkının necip güzelliğinin daima mahfuz olduğunu gösteren dünya hakemlerinin bu Türk çocuğu üzerindeki hükümlerinden memnunuz”(12)
Keriman Halis Türkiye’ye döndüğünde Atatürk ona “ECE” ismini veriyor ve böylece ismi Keriman Halis Ece oluyor. Ece kraliçe anlamına gelmektedir. Ah! Ah! Ah ki ne ah! Düşünebiliyor musunuz gencecik Müslüman kızımız çıplak vaziyette ne idiği belirsiz soysuzların önünde vücudunu sergiliyor. Türkiye’de buna öncülük edenler, o kızı Belçika’ya yarışma için gönderenler ayriyeten bir de Allah katında hesap verecekler. Lozan’ı bir zafer gibi görenler bunları bilmiyorlar mı? Lozan’da verilen sözler yerine getiriliyordu böylece. Hiç bir İslam tarihinde bir Müslüman kızın namusunun reklâmı yapılmamıştı. Böyle bir edepsizlik ve iffetsizlik olmamıştı hiçbir zaman. Zaten tüm bunlar bir iffetsizlik projesiydi. Birileri de halen çıkıp Çanakkale geçilmez edebiyatı yapadursunlar. Gördüğünüz gibi Çanakkale geçilmiş. Geçilmemiş olsaydı benim Müslüman bacımı çırılçıplak soysuzların önüne çıkarmazlardı.
Keriman Halis 28 Ocak 2012’de 99 yaşında hayatını kaybetti. Şuan kaldırımların üzerinde yürüyen çıplak ve dar giyinen kızlara öncülük yaptı. Kötü bir çığır açtı. Zaten bundan sonra da hep kaldırımların bakımı yapılıp güller, laleler dikilecek ama kaldırımların üstündeki insanların manevi bakımları unutulacaktı. Garip kaldırımların garip insanları olacaklardı. Kaldırımların üstüne şeytan hâkim olacaktı. Ve kaldırımların garip çocukları ve onlar ki bedenleri özgür ama beyinleri zincirlere vurulmuş meçhuller. Müslümanların yeni kaldırım mühendislerine ihtiyaçları var. Kaldırımlara vahiyle şekil veren mühendisler.
Türkiye’de bundan sonra çeşitli yarışmalar düzenlendi. Kiraz güzeli, karpuz güzeli, festival güzeli, gibi yarışmalar düzenlendi.
1925’te yapılmaya başlanan “Güzel Bacak” yarışması bunlara örnek verilebilir. Çünkü bu hepsinden önce yapıldı. Bu yarışmalarla yeni Türk kadını modeli oluşturuluyordu. İslam ile bağını koparmış, zihnini Batı’ya kiralamış, batıcı nesiller yetiştirecek kadınların temelleri atılıyordu. Eğitim sistemi de buna göre ayarlanıyordu. Sizin anlayacağınız çağdaşlaşıyorduk. Ne gariptir ki biz çağdaşlaştıkça Hıristiyan Avrupa zaferini ilan ediyordu. Necip Fazıl’ın dediği gibi:
“Bana çağ dışı diyorlarmış; Ne büyük bir onur! Ben bu çağın dışında kalmayayım da içinde mi boğulayım?”
Mazhar Müfit Kansu şunları söylüyor: “7 Temmuz 1919’da Erzurum’da Mustafa Kemal bana bir sırrı açtı ve sık sık bu sırrın gizli tutulmasını zorunluluğunu vurgulayarak bu defter, sen ben ve Şevket Süreyya Aydemir arasında sonsuza dek sır olarak kalacak” dedi. Daha sonra Mustafa Kemal deftere kaydetmesi için,
Abdullah Azzam, “Kayıp Minare” adlı kitabında şu bilgileri verir:
Mazhar Müfit’e şunları der:
“İlk olarak zaferden sonra hükümet şekli Cumhuriyet olacak. Bu bir. İkincisi: Padişah ve ailesi konusunda gerekli tedbir zamanı geldiğinde alınacak.
Üçüncüsü: Kadınların örtüleri kaldırılacak. Dördüncüsü fes kaldırılacak ve yerine diğer medeni milletlerde olduğu gibi şapka giyilecek. Beşincisi: Latin harflerini alacağız.”(13)
Evet, bu da yabana atılacak bilgi değil. Burada kadınların örtüleri kaldırılacak hususu yine dikkat çekmekte.
Türkiye’de hem Başbakanlık hem de Cumhurbaşkanlığı yapmış olan Atatürk’ün yakın arkadaşı Celal Bayar diyor ki: “Gençler bakın dinleyin laiklik dini topluma tamamen unutturmaktır”. Yıl 1952 Bayar MTTB’deki bir mülakatında gençlere hitaben sarf ediyor bu sözleri ve bu konuda “Biz Lozan’da Batılılara bu konuda söz verdik. Bundan önceki devlet başkanlarımız bu konunun takipçisi oldukları gibi benden sonrakiler de takipçisi olacaklardır. Siz ilerici gençler olarak bunu böyle bilip, böyle uygulamalısınız” (14) Vay vay vay! Meğer bu Lozan neymiş böyle de bizim haberimiz yokmuş. Lozan’da yoksa İngilizler bize: “Dini ver, devleti kur” mu dediler? Anlaşılan öyle.
Öyle ya! Lozan’dan sonra Hilafeti kaldır Müslümanların bütünlüğü bozulsun parçalansınlar ve kolay yutulur lokma haline gelsinler. Harf inkılâbı yaparak geçmiş eserleri okumamız engellendi ve dini sembol eden harfler ortadan kalktı. Şapka kanunu yaparak insanlarımızı batılılaştır. Ezanı, selâyı Türkçeleştirip kültür değişimini kolaylaştır. Avrupa’nın bile kokuşmasını engelleyemeyen kanunları al hiç uymamasına rağmen Türk toplumuna uygula. “Devletin dini İslam’dır” ibaresini kaldır. Kadınları Batılılaştırmak için soydurup güzellik yarışmaları düzenlettir. Eğitim sistemini Batıy’a göre ayarla. Sonra da ‘Lozan zafer’ de. Savaşta kazandığın şeyi masa başında kaybet.
Ah be anne! Hani demiştin ya: “Sus! Her yerde gerçekleri konuşma. Sus!” Ah be Anne! Sezai Karakoç diyor ki:
“Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak
Hâlbuki biz sussak tarih susmayacak
Tarih sussa hakikat susmayacak
Onlar sanıyorlar ki, bizden kurtulsalar mesele kalmayacak
Hâlbuki; bizden kurtulsalar vicdan azabından kurtulamayacaklar.
Vicdan azabından kurtulsalar, tarihin azabından kurtulamayacaklar
Tarihin azabından kurtulsalar, Allah’ın azabından kurtulamayacaklar.”
Evet, işte olay tam da bu!
Selam ve dua ile…

KAYNAKLAR:
(1) BİN YILIN SONU 28 ŞUBAT, cilt 1 s.400,Abdurrahman Babacan, Şevket Kazanla Yapılan Röportajda Şevket Kazan Aktarıyor. Bu kitap 3 ciltten oluşuyor. 28 Şubat darbesiyle ilgili birçok meşhur hoca ve siyasetçiler ile yapılan röportajlardan oluşuyor. Yakın tarih ve darbe dönemleriyle ilgili güzel bilgiler içeriyor. Tavsiye ederim.
(2) Mustafa Armağan, Satılık İmparatorluk, s.187,Timaş yayınları.
(3) Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s.445–446–447,Pozitif yayınları
(4) Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s.447–448–449
(5) Lord Kinros, Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu, s.490,Altın kitaplar yay.
(6) Lord Kinros, Atatürk, s.432,
(7) Cumhuriyetin Tarihi, Ahmet Cemil Ertunç, s.160,Pınar yayınları
(8) Cumhuriyetin Tarihi, Ahmet Cemil Ertunç, s.161,Pınar yay.
(9) Cumhuriyetin Tarihi, Ahmet Cemil Ertunç s.161–162,Pınar yay.
(10) Cumhuriyetin Tarihi, Ahmet Cemil Ertunç s.162
(11) Hekimoğlu İsmail, Bir Millet Uyanıyor, s.153–154–155. Yeni Rehber Ansiklopedisi, cilt 11,s.357,Türkiye gazetesi. Cumhuriyetin Tarihi, Ahmet Cemil Ertunç, s.163–164,Pınar yay. Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, cilt 13,s.6638,Milliyet
(12) Cumhuriyetin Tarihi, Ahmet Cemil Ertunç, s.164
(13) Abdullah Azzam, Kayıp Minare, s.18–19
(14) Abdurrahman Dilipak, Laisizim, s.150
Mustafa GÜLDAĞI.
NOT: Bu Yazı Genç Birikim Dergisinin 169.Sayısında (Haziran-2013) Yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder