14 Temmuz 2015 Salı

Harama Bakmak Kalbe Saplanan Zehirli Bir Ok Gibidir



Harama Bakmak Kalbe Saplanan Zehirli Bir Ok Gibidir 
Kişinin gözlerini haramdan koruması bizzat Kur'an'da emredilmiştir: "Mümin erkeklere bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini açmaktan ve zinadan korumalarını söyle. Bu, onlar için en uygun olan davranıştır. Allah yaptıkları her şeyden hakkıyla haberdardır. Mümin kadınlara da bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini günahtan korumalarını söyle!" (Nur, 24/30-31) Aynı şekilde Allah Teala "zinaya yaklaşmayın" emriyle, zinanın öncüsü sayılabilecek her türlü söz ve davranışı yasaklamıştır. Bu yasağın içine öncelikle harama nazarın girdiğini söyleyebiliriz. Çünkü müstehcen görüntülere bakmak bir taraftan mü'minler arasındaki hürmet ve muhabbeti yok ederken, diğer yandan kişinin ahlaki ve dini yönden derin yaralar almasına ve sahip olduğu birçok duygunun sönmesine veya ölüp gitmesine sebep olmaktadır. 
Efendimiz (s.a.s) bir kudsî hadiste bu günahın mahiyetini tasvir ederken şöyle buyuruyor: "Harama bakış şeytanın oklarından zehirli bir oktur. Kim benden korktuğu için bundan sakınırsa, bu hareketine karşılık ona öyle bir iman bahşederim kî, o imanın tadını tâ kalbinin derinliklerinde hisseder." (Münzirî, et-Tergib ve't-Terhîb, III, 63).

     Bakış, şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim gözünü ALLAH için korursa, ALLAH da kendisiyle buluşuncaya kadar ona kalbinde bir mutluluk duygusu bahşeder. 

Hadisin Arapça metni:
عن حذيفة ، رضي الله عنه قال : قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  « النظرة سهم من سهام إبليس مسمومة فمن تركها من خوف الله أثابه جل وعز إيمانا يجد حلاوته في قلبه » « هذا حديث صحيح الإسناد ولم يخرجاه »
Hadisin Kaynağı: Hakim, Müstedrek, 4/314; Münzirî, et-Tergib ve't-Terhîb, III, 63.
Hadisin tercümesi:
“Harama bakmak, şeytanın oklarından zehirli bir oktur. Bu sebeple, Allah’tan korktuğu için harama bakmayı terk eden kimseye, mükâfat olarak Allah öyle bir iman verir ki,  onun tadını kalbinde hisseder.”
Bizim bu dünyaya gönderilişimizin bir gayesi olduğu gibi, sahip olduğumuz her bir organımızın da bir yaratılış sebebi vardır. Bizler her bir uzvumuzu yaratılış istikametinde kullanmakla mükellefiz.
Mesela, gözlerimiz Allah'ın bizlere bahşettiği çok değerli birer nimet olduğuna göre, bu nimetin şükrünü eda etmek de ancak onları Rabbimizin razı olacağı bir yolda kullanmakla mümkün olacaktır. Bediüzzaman Hazretleri bu konuyu enfes ifadeleriyle şu şekilde ele alır:
"Göz bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer, Cenab-ı Hakka satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan; geçici, devamsız bazı güzellikleri, manzaraları seyr ile şehvet ve heves-i nefsâniyeye bir kavvad derekesinde bir hizmetkâr olur. Eğer göz Allah hesabına kullanılırsa hem büyük bir kıymet kazanır, hem de göz gibi bir nimete sahip olma ve onu Allah yolunda kullanmanın manevî zevkini yaşatır. Eğer gözü, gözün Sâni-i Basîrine satsan ve O'nun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsan; o zaman şu göz, şu kitab-ı kebîr-i kâinatın bir mütalaacısı ve şu âlemdeki mûcizât-ı san'at-ı Rabbâniyenin bir seyircisi ve küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı derecesine çıkar."(Sözler, s.25)
Burada haram olan bakış, kastî ve iradi olan bakıştır. Yani burada nehyedilen husus çarşıda, pazarda yürürken kişinin ani olarak gözüne çarpan haramlar değil, onun bizzat bakmayı murad ederek, bakışlarını harama çevirmesi ve bu yasağı işlemesidir. Efendimiz'in (s.a.s) Hz. Ali'ye (r.a) tavsiyelerinde bu mesele açıkça görülmektedir:
"Ey Ali, elinde olmadan gözüne ilişen bir haram ikinci defa bakma. Zira ilk bakış lehinedir, ama ikinci bakış aleyhinedir." (Tirmizî, Edeb 28; Ebû Dâvud, Nikâh 44)
Aynı şekilde Hz. Cerir (r.a) Resülüllah (asv)'a ani bakıştan sorduğunda ona "Nazarını hemen çevir." buyurur.(Müslim, Âdâb 45; Ebû Dâvud, Nikâh 44)

Demek ki, bizler gözümüze bu şekilde nahoş görüntülerin gelmemesi için daha baştan dikkatli olacak, ancak gözümüze ilişen böyle bir tablo karşısında da hemen bakışımızı başka tarafa çevireceğiz.

Harama bakmanın, kalbe saplanan zehirli bir oka benzetilmesine gelince:

Kişinin gözlerini haramdan koruması bizzat Kur'an'da emredilmiştir:
"Mümin erkeklere bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini açmaktan ve zinadan korumalarını söyle. Bu, onlar için en uygun olan davranıştır. Allah yaptıkları her şeyden hakkıyla haberdardır. Mümin kadınlara da bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini günahtan korumalarını söyle!" (Nur, 24/30-31)
Aynı şekilde Allah Teala "Zinaya yaklaşmayın." emriyle, zinanın öncüsü sayılabilecek her türlü söz ve davranışı yasaklamıştır. Bu yasağın içine öncelikle harama nazarın girdiğini söyleyebiliriz. Çünkü müstehcen görüntülere bakmak, bir taraftan mü'minler arasındaki hürmet ve muhabbeti yok ederken, diğer yandan kişinin ahlaki ve dini yönden derin yaralar almasına ve sahip olduğu birçok duygunun sönmesine veya ölüp gitmesine sebep olmaktadır.

Demek ki, bir açık saçık görüntüyle karşılaşan kişinin önünde iki seçenek vardır: Ya bu günahı irtikap ederek şeytanın bu zehirli okuna hedef olacak; ya da Allah korkusundan dolayı bu günahtan yüz çevirecek ve bu amelinin neticesinde kalbinin derinliklerine kadar işleyecek bir iman neşvesi tadacak. İşte bu imtihan dünyasında tercih kula kalıyor

Başka bir hadislerinde Peygamber Efendimiz (s.a.s), gözleri haramdan korumanın, Allah katında ne kadar makbul bir amel olduğunu şu ifadeleriyle anlatıyor:
"Kıyamet günü bütün gözler ağlayacaktır, ancak şunlar müstesna: Allah'ın haramlarına bakmayan gözler, Allah yolunda seher vakti uyanık olan gözler, Allah korkusuyla sinek başı (gibi yaşlar) döken gözler." (et-Terğib ve't-Terhîb, 3:35)
Buradan anlıyoruz ki, Cenab-ı Hak haramlar karşısında ürperti duyup, gözlerini o çirkin manzaralardan sakındıran kullarını, orada mahzun etmeyecek ve o gözleri ağlatmayacaktır.

Kişinin helal olmayan görüntülere bakması karşılığında, onun ruhî ve manevi hayatında oluşacak tahribatlar Risale-i Nur'da şu şekilde anlatılıyor:
"Nasıl ki merhume ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrip eder, öyle de, ölmüş kadınlar suretlerine veyahut sağ kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan suretlerine hevesperverâne bakmak, derinden derine hissiyât-ı ulviye-yi insaniyeyi sarsar, tahrip eder."(Sözler, s. 381)
"Madem öyledir, hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem'a, bir işarette, bir öpmekte batma. Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma." (Lem'alar, 655)
Burada üzerinde düşünülmesi gereken çok önemli bir nokta vardır. Her haramı terk, insana bir vacip işlemiş gibi sevap kazandırır. Yani kişi sevap haznesini, haramlardan kaçarak da doldurabilir. Hatta yerine göre, kişinin bu yönden kazanacağı sevaplar daha çok olabilir. Çünkü günümüz şartlarını düşündüğümüzde, çok sık haramlarla baş başa kalabilmekteyiz. Bu haramlara karşı bizim göstereceğimiz her karşı koyuş, mertebemizin yükselmesinde bizim için ayrı bir basamak olacaktır.
Biraz daha açarsak, çarşısıyla pazarıyla, televizyonuyla, internetiyle günümüz dünyası haramlara çok açık hale gelmiştir. Aynı ölçüde bizler, harama girmeme konusunda azmimizi ve gayretimizi arttıramazsak, farkında olmadan düşmeye başlayabiliriz. Ve (Allah muhafaza) öyle bir an gelir ki geri dönüşü çok zor olabilir. Ve yine günahların neticesinde kalbimizde oluşan o siyah noktalar, öyle bir gün gelir ki, bütün kalbimizi kaplar da, biz farkında bile olamayız.

Dolayısıyla, daha baştan günaha karşı tavrımızı açıkça ortaya koymalıyız. Ve böyle bir günah işlediğimizde, ona hiç hayat hakkı tanımamalı ve derhal derin bir pişmanlık içerisinde tövbe ve istiğfarla o günahın izalesine bakmalıyız.

  

             GÖZLERDEN RUHA SIZANLAR


          Kalb, âlemlerin kendisinde durulduğu insanın özü, ilâhi tecellilerin âyinesi, maddî ve mânevî huzurun kaynağı, imanın mekanı ve sonsuzluğa açılmış bir penceredir. Maddî kalb maddî uzuvların hayat kaynağı olduğu gibi mânevi kalb de mânevî lâtifelerin, duyguların hayat kaynağı ve idarecisidir. İmanın kalb tahtında saltanatını kurabilmesi, yerleşip ruhun derinliklerine kök salabilmesi ise, onun her türlü şüpheden, mânevî kirlerden temizlenmesine bağlıdır. Evet, insan kalbiyle inanır. Diğer lâtifeler, mânevî duygu ve cihazlar her yönüyle kalbe bağlı, kalbin hayatıyla hayattadırlar. Göz ise kalb ve ruhun bu âleme açılmış bir penceresidir. Şehevî ve nefsânî arzuları tatmin için, fânî güzellikleri seyredip onlardan lezzet alma adına kullanıldığında ise, harama her bakış kalbi ve rûhu yaralayan zehirli bir ok olur. İlâhi neşveyi ifsad eder, Allah'ı zikirden alıkoyar ve günahlara kapı açar. Haramlara karşı gözleri muhafaza etmenin çok mühim faydaları arasında şunları sayabiliriz: Kalbde imanın tadı hissedilir, Mü'minin kalbinde iman nuru artar, ferâseti güçlenir, kalb ve ruh hakiki gücüne ulaşır, irâde kuvvet bulur. Kalbî şecaat artar. Günümüzün mânen kirlenen şu atmosferi altında yaşayan inanmış gönüller, "Mü’minlere söyle gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu hareket onlar için daha temiz (ve daha yararlı) dir. Şüphesiz Allah onların her yaptıklarından haberdardır" mealindeki Ayet-i Celîle'nin açtığı nurlu yolda yürümeye ne kadar muhtaç... Evet, hergün binlerce kalbin katledildiği, yaşanması zor bir dönemdeyiz. Kalblerin bozulmasına ve ruhların yozlaşmasına razı olmayan diriliş erleri, bu âyetin ipine sımsıkı sarılmalı, bu yolda yürümelidirler.
"Kâbe" kâinatta hidâyet kaynağı(1) hayat ve güven durağı (2) inanan gönüllerin kıblegâhı, mukaddes ve mübârek(3) bir mihverdir. Biz onun koruyucusu, o bizim koruyucumuz, emniyetin remzi yüce mihver.
Âlemlerin kendisinde dürüldüğü insanda ise "Kalb" onun özü, ilâhî tecellilerin âyinesi, maddi ve manevî huzurun kaynağı, imanın mekânı ve sonsuzluğa açılmış bir penceredir. O, zat-ı Akdes'in feyiz ve kereminin yeşerip geliştiği bir bahçe ve Arşullah olmaya namzet önemli bir mihverdir. Zira, Nebiler Nebisi, bir kutsî hadisde, O Zât-ı ecelli a'lâ'nın kevn-ü mekâna sığmadığını, fakat bir mü'min kulunun kalbine sığdığını beyan etmişlerdir (4). Binâenaleyh, kalbden maksad, çam kozalağı gibi bir et parçası değildir. O, bir lâtîfe-i Rabbâniyedir ki, insanın mânevi hayatına yaptığı hizmet, maddî kalbin cesede yaptığı hizmet gibidir. Nasıl cismanî hayat onun çalışmasıyla kâimdir; sekteye uğradığı zaman, cesed de sukuta uğrar; öyle de o, lâtife-i Rabbâniye olan mânevi kalb, mânevi hayatın hey'et-i mecmuâsını nur-u hayat ile canlandırır, ışıklandırır.
Evet; her kalbin bir kıblesi vardır. (5) Lâkin inanmış kalbin döneceği tek yön, kâinatın kalbi "Kâbe"dir. Tek yön, tek istikâmet, tek kıble. Zira, kalbler ancak O'na dönmekle ve O'na ait mânâlarla hemdem olmakla itminâna erebilir.
Kalbiyle her an cemâlî tecellîlerin merkezileştiği bu mihvere dönen mü'min, o muazzez beyte inen rahmet ve inâyet esintileriyle irtibâta geçtiği an; âdeta cennet bahçelerinde uçuyor gibidir. O an, kalbin, rahmâni tecelliler çeşmesine ağzını dayadığı, kana kana, doyasıya âb-ı kevser yudumladığı andır. İşte bu ân-ı seyyâleyi yakalayan bahtiyar, huzur'dan ayrılınca, "nerede ise ayaklarım yerden kesilecek, semâlara pervaz edecektim" sözüyle bu hâli anlatmaya çalışır.
Görüldüğü gibi, maddî kalb maddî uzuvların hayat kaynağı, mânevi kalb ise mânevi lâtifelerin, duyguların hayat kaynağı, idarecisi ve îmanın mahallidir. İmanın kalb tahtında saltanatını kurabilmesi, yerleşip ruhun derinliklerine kök salabilmesi ise, onun her türlü şüpheden, mânevi kirlerden temizlenmesine bağlıdır. Dolayısıyla îmanın hayatiyetini devam ettirebilmesi için, kalb saffetinin korunması şarttır. Zira işlenen her bir günah ve kalbe giren her bir şüphe vücudda hastalık yapan mikroplar mesâbesindedir. Nasıl ki vücud bu mikroplardan temizlenmedikçe hakiki güç ve kuvvetine kavuşamazsa, kalb de bu şüphe, delalet ve günah mikroplarından tasfiye edilip korunmadıkça, gerçek güç ve irâdesine ulaşamaz. Efendimiz (s.a.s.), ruh dünyamıza ait bu gerçeği yüce beyanlarında şöyle dile getirmiştir:
"Mü'min bir günâh işlediğinde kalbinde bir siyah nokta meydana gelir. Eğer tevbe ve istiğfar ederek günâhını affettirirse kalbi cilâlanır. Şayet günaha devam ederse bu siyahlık artar."(6)
"Hayır, onların işleyip kazandıkları şeyler kalblerinin üzerine pas olmuştur."(7), ferman-ı ilâhisi de bizlere bu gerçeği anlatmaktadır.
"Her günahda küfre giden bir yol vardır", küllî kaidesi de bu hakikatin veciz bir ifâdesidir.
Binâenaleyh, Kâbe-i şerif korunup temizlendiği gibi, O'na dönen kalbler de, kendisine zarar verecek her türlü mânevi hastalıklardan muhafaza edilmeli, temizlenmelidir ki, o çetin günde huzur-u ilâhide yegâne makbul, kurtuluşumuzun remzi "selim bir kalb" ile O'na varalım.
Evet, insan kalbiyle insandır. İnanan kalbiyle inanır. Diğer lâtifeler, mânevi duygu ve cihazlar her yönüyle kalbe bağlı, kalbin hayatıyla hayattardırlar. Ruh ve cesed kalbin rengiyle boyalı, o'nun kimliğini taşırlar. Dolayısıyla, kalbin tefessühü ruhun çürümesi demektir. Efendimiz (s.a.s)'in şu hadis-i şerifleri bu parlak hakikati en güzel şekilde ifâde eder:
"Vücudda bir parça vardır ki o selâmette ise vücud da selâmettedir. O bozulmuşsa, ceset de (mânen) bozulmuş demektir. Dikkat edin o parça "Kalb"dir." (8)
Kalbin selâmeti ise, İslâm’ın beşeriyete takdim ettiği ilâhi ölçülerdedir. Ebediyyet meftûnu insanın, İslâm’dan başka müracaât edip sadrına şifâ aradığı her ölçü, ölçüsüzlükten başka bir şey değildir. Onun kalbî hayatının reçetesi Kur'ân'dır. Zira, kalbî, ruhî ve içtimaî bütün sancılar, hastalıklar, ancak Hak Beyanla izâle edilebilir. Yaşadığımız şu gökkubbenin altında, kalbi zehirleyen bütün bâtıl görüşlerin beynini dağıtacak, şek ve şüphe mikroplarının îman mahalli olan kalbe girmesine mâni olacak, girmişse tasfiye edip temizleyecek ve yeryüzünde bütün şer ocaklarını söndürüp, köklerini kurutacak ikinci bir hak kitap yoktur.
Çünkü, O, "şerefli"(9), "hikmetli"(10) ve "şanı yüce"(11) kitap, Kur'ân, âlemlerin Rabbi sıfatıyla, her şeyin yaratıcısı olan Allah (c.c)’tan, "bir öğüt, göğüslerde olan her çeşit hastalıklara şifâ, inananlara yol gösterici(12), "Hakkı bâtıldan ayırıcı"(13), bir "nur"(l4) ve "rahmet"(15) olarak indirilmiştir.
O, doğru yolu gösteren ve ona götüren tek kılavuzdur."(16)
O, "inananlara müjde"(17), "gönlü hüşyâr olanlara bir uyarıcı (18), inkâr eden kalbi bozuklara ise bir azabdır. "Öğüt alınacak her çeşit misâller" (19), "ibret alınacak en güzel kıssalar"(20), sadece o yüce beyandadır. Kalbe hayat verip ruhu diriltecek, "hakikatlerin en güzel açıklamaları"nı (21)ancak o getirmiştir.
O mukaddes beyanda "yaş ve kuru herşey zikredilmiş (22), hiçbir şey ihmal edilmemiştir.
Bu icmâlî izandan sonra, hakikate misâl olarak, Kur'ân-ı Mecîd'in, kalbin tezkiye ve muhâfazasında bize gösterdiği nurlu yollardan bir tanesini ele alıp tefekküre çalışalım.
Âyet-i celîlede, "Mü'minlere söyle gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu hareket onlar için daha temiz (ve daha yararlı)’dir. Şüphesiz Allah onların her yaptıklarından haberdardır."(23)
Göz, ruh ve kalbden bu âleme açılmış bir pencere, kâinat kitabının bir mütalâacısıdır. Şehevî ve nefsânî arzuları tatmin için, fâni güzellikleri seyredip onlardan lezzet alma adına kullanıldığında ise harama her bakış, kalbi ve rûhu yaralayan zehirli bir ok olur. Kalbe kötü düşüncelerin girmesine sebeb olarak ilâhi neşveyi ifsâd eder. Allah'ı zikirden alıkoyduğu gibi, vesveseyi de davet etmekle, günahlara kapı açar. Nitekim Kâinatın Efendisi (s.a.s)’de "Harama nazar şeytan oklarından zehirli bir oktur"(24) derken bu hakikati dile getirmiş ve kalbin selâmeti adına harama bakmaktan nehyetmiştir.
İşte, ayet-i kerimede, "kalb temizliği" bu hakikate işareten, "gözlerini haramdan çevirsinler ve ırzlarını korusunlar", emrinden sonra zikredilerek, gözün kalb ile olan alâkasına dikkat çekmiştir.
Haramlara karşı gözleri muhafaza etmenin, kalb temizliği açısından faydalarına gelince, şunları söyleyebiliriz:
1) Kalbde, imanın tadı hissedilir. Efendimiz (s.a.s) yukarıda arzettiğimiz hadis-i şerifin devamında "her bakış şeytan oklarından zehirli bir oktur. Kim onu Allah'a olan korkusundan dolayı terkederse imanın tadını kalbinin derinliklerinde hisseder" buyurmuşlardır.
Evet, bir mü'minin Allah için gözünü kapayıp, haramdan muhafaza etmekle bulacağı îmânî lezzet ve neşve, baktığı zamanda alacağı nefsânî haz ve zevkden daha tatlıdır. Fetânet ve hassasiyet sahibi ufku geniş mü'minler, bu hakikati ruhlarında kaç defa hissetmiş ve kalben yaşamışlardır.
2) Kalbde îman nuru artar, ferâset güçlenir.
Bunun sırrı ise "ceza amel cinsindendir" kaidesince; Allah sırf kendi rızası için gözünün nurunu haramdan sakınan mü'mine, kalbindeki iman nurunu artırmakla karşılık verir. Zira Allah (cc), kendisine duyduğu haşyet ve sevgiden dolayı bir şeyi terkeden hak erine ondan daha hayırlısını vermeye kefil olmuştur.
Dolayısıyla, bu büyük mükâfata nâil olan mü'min, haramlardan gözünü muhafaza etmeyen kimselerin göremeyeceği şeyleri görür ve kalben hisseder. İki cihan güneşi, (s.a.s) beyanlarında bunu ifâde ederken, "mü'minin ferâsetinden sakınınız, zira o Allah'ın nuruyla bakar" (25), buyurmuşlardır.
Evet, kalb bir ayna, hevâ-ı nefs de onun üzerinde bir pas gibidir. Kalb aynasının üzerinden her çeşit şehvet pası silinip temizlenince, İnsan, hakikat-ı eşyayı olduğu gibi kavrama imkânına sahip olur. Kalb günahlarla kirletildiği zaman ise, hakikat-ı eşya kalb aynasında temessül edemez ki görünebilsin.
Bir hak dostu da, gözleri haramdan muhafaza etmenin kalbde basîret nurunu artırdığını ifade ederken şu müjdeyi verir:
"Ahlâkiyle sünneti temsil eden, iç dünyasında murâkabe hissini kaybetmeyen, nefsânî arzuları altında kalıp ezilmeyen, harama karşı gözlerini koruyan ve yediği lokmaların helâl olmasına dikkat gösteren kimse, verdiği kararlarda aslâ hataya düşmez"
Hicr suresinde de, Lut kavminin helâk edilişi anlatıldıktan sonra kıssa şu ifâdeyle sona erer:
"Şüphesiz bunda" işaretten anlayanlara (nice) ibretler var."(26).
Burada "işaretten anlayanlar" ifâdesi, bazı müfessirler tarafından, "harama bakmaktan ve fuhuş işlemekten sakınan ferâset sâhibi kimselerdir " diye tefsir edilmiştir.
Öz olarak ifade edersek, bakışlarıyla, kalb aynasını bulandırmayanlar, ferâsetleriyle çok kimsenin bilemeyeceği hakikatleri bilir ve görürler.
3) Kalb ve ruh hakîki gücüne ulaşır. İrâde kuvvet bulur. Kalbî şecaât artar. Allah(c.c) ferâset sahibi kılmakla taltif ettiği bu itaatkâr kuluna, aynı zamanda, günahlara karşı koyabilecek, şeytânî ve nefsânî istekler altında kalıp ezilmeyecek haşyet ve mehâbet dolu bir kalb hâleti ihsan eder. O kalb sâhibinin zâhirî görünüşünde bile bir nûrânîlik, ins ve cin düşmanlarının kalbine korku salan bir haşyet vardır. Şeytan bile bu kalb sâhibiyle karşılaşmaya cesâret edemez. Nitekim Resul-i Ekrem (s.a.s)’in,Hz. Ömer (r.a)’e "Ya Ömer şeytan seni görünce yolunu değiştirir, seninle aynı yolda karşılaşmak istemez" (27) diye müjdelemesi bu hakikatin bir ifâdesidir.
Bu îmanî mehâbet ve haşyete, ruhî disipline sahip olmuş aşk ve vecd insanının vâsıl olduğu makamı, bir İslâm büyüğü, zikrettiğimiz hadis-i şeriften mülhem şöyle dile getirmiştir:
"Şeytân, ruhunu saran nefsânî ve zülmânî arzularına muhalefet eden kimsenin gölgesinden bile korkar."
Elhâsıl; günümüzün, mânen kirletilen şu atmosferi altında, şehvet kaynayan caddesi ve dalâlet kokan sokağında yaşayan inanmış gönüller, kalblerinin selâmeti adına bu âyetin emrine imtisâle, açık saçıklığın basın-yayın yoluyla harem sınırlarına kadar girdiği ve bunun farkına varılamadığı, varılsa bile hafife alındığı bir gaflet asrında, bu âyetin aydınlattığı nurlu yolda yürümeye ne kadar muhtaç...
Hergün binlerce kalbin katledildiği, hele hele bunun mârifetmiş gibi takdim edildiği, yaşanması zor bir dönemde kendini hak dâvaya vakfetmiş, hak erleri Yûsuflar, bu âyetin gölgesi altına sığınmaya ne kadar muhtaç.
Evet; Kalblerinin bozulmasına, ruhlarının yozlaşmasına razı olmayan diriliş erleri; ideal nesiller, bu âyetin açtığı nurlu yolda yürümeye sonsuz derece muhtaç ve muhtacız...



DİPNOTLAR:
1) Al-i îmran{3/96)
2) Maide (5/97)
3) Al-i îmran(3/96)
4) Taberani, Ebu Utbetel, Havlani'den
5) Bakara (2/148)
6) İbn-i Mace, Zühd, 29, 2/1418 (Hadis No: 4244)
7) Mutaffifin (83/14)
8) Müslim, Müsakât. 107
9) Sad (38/1), Kaf (50/1)
10) Yasin (36/2)
11) Zuhruf (43/4)
12) Lokman (31/3)
13) İsra (17/106)
14) Nisa (14/174)
15) Kasas (8/26), Nemi (27/77)
16) Fussilet (41/44), Ahkaf (46/30)
17) Nemi (27/27/2), Fussilet(41/4)
18) Yasin (36/70)
19) Zümer (39/27)
20) Yusuf (12/3)
21) Furkan (25/33)
22) En'am (6/59)
23) Nur (24/30)
24) Tarikat-ı Muhammediye, c.2., s. 1197.
25) Tirmizi, Tefsiru' Sure. 15
26) Hicr (15/75)
27) Buhari, Edeb,68. 

Şehveti gayri meşrû yerlerde kullanmanın nasıl anlaşıldığını hadisler ışığında inceleyelim.

Gençliğin ve bekârlığın mühim bir tehlikesi Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivâyet edilen şu hadiste çok veciz bir şekilde anlatılmaktadır:
"Âdemoğluna zinâdan nasibi yazılmıştır. Buna mutlaka erişecektir. Gözlerin zinâsı bakmaktır, kulakların zinâsı dinlemek, dilin zinâsı konuşmak, elin zinâsı tutmak, ayağın zinâsı da yürümektir. Kalp ise heves eder, diler. Ferc (cinsel organ) ise bunu ya uygular veya reddeder." (Müslim, Kader: 21)
Demek ki şehveti gayri meşrû bir şekilde kullanmak olan "zinâ"nın çeşitleri vardır. Bunlar yasaklanmış fiili, "düşünmek", gayri meşrû bir şeye "bakmak", "konuşmak", "dinlemek", "dokunmak", ona "teşebbüs" etmektir. Kalp ise buna "heves" etmekte, ferc ise ya reddetmekte veya uygulamaktadır.
Nitekim bir âyet-i kerimede, "Zinâya yaklaşmayın" buyrulmaktadır. "Zina yapmayın" yerine, "Yaklaşmayın" ifâdesinin tercihi dikkat çekicidir. İşte bu kısa âyet, yukarıdaki hadiste belirtilen hususları içine almaktadır. Âyet, yaklaşmanın her türlü yolunu yasaklamaktadır.
Gerçi Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivâyet edilen, "Şüphesiz ki, dillerle söylenmedikçe veyahut fiîlen yapmadıkça Allah ümmetimin kalbinden geçirdikleri şeyleri onlara bağışlamıştır" (Müslim, Îmân: 58) şeklindeki hadîste yasak bir fiili düşünmenin bağışlandığı belirtilmiştir. Ancak bunu alışkanlık hâline getirip zaman israf etmek, Allah'ı tefekkür ve güzellikleri düşünüp plânlamak için verilen düşünme ve hayal kabiliyetini boş yere meşgul etmek doğru değildir.
Yukarıda sayılan "harama bakmak" hususu, âyet ve hadislerle yasaklanmıştır.
Nûr Sûresinin 30 ve 31. âyetlerinde, "Mü'minlere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, namuslarını da korusunlar. Bu, onların temizliği için daha uygundur. Muhakkak ki Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır. Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, namuslarını da korusunlar" buyrulmaktadır.
Bu âyetler hem erkeklere, hem de kadınlara, kendileri için bakılması câiz olmayan kişilere nazar etmelerini yasaklamaktadır.
İbn-i Büreyde'den (r.a.) rivâyet edilen şu hadis de konumuzla ilgilidir:
"Resûlüllah (a.s.m.) Hz. Ali'ye (r.a.), 'Ya Ali bakışı bakışa tâbi kılma, kasıtlı olmadığı için birinci bakış sana câizdir, (fakat) diğer bakışlar sana câiz değildir' demiştir." (Ebû Dâvud, Nikah: 43)
Buradaki "birinci bakış", insanın çarşıda pazarda yürüyebilmesi için zarurî olarak baktığı yerlerde istemeyerek gözünün rastladığı durumlar için söz konusudur. İnsan gözü kapalı gezemeyeceğine göre, zarurî işleri için, lüzumlu yerlerde kasdî değil, tebeî bir surette rastladığı durumlar birinci bakışa girer. Bazen insan bir şeye bakarken istemeyerek bir başka varlığı da görebilir. Bilhassa Asr-ı Saâdet için söz konusudur.
Ama şimdi "Nasıl olsa ilk bakış câizdir" deyip sağı solu teftiş eder gibi bakarak gitmek doğru değildir. Çünkü zamanımızda âniden ve farkında olmadan rastlama gibi bir olay yoktur; her tarafta her an namahreme, açık saçık insanlara ve harama rastlanmaktadır. Bunun için tüm bakışları kontrol altında tutmak gerekir.
Nâmahreme bakmanın zararları çoktur. Kişinin zamanını, hafızasını, dikkatini tahrip eder. Bakmamak ise, milyonlarca sevap kazandırdığı gibi, şu kudsî hadisteki mânevî lezzete mazhar eder:
"Nâmahreme bakmak, şeytanın oklarından bir oktur ki, her kim Benden korkarak onu bırakırsa, zevkine bedel ona öyle bir îman veririm ki, onun lezzetini ve tatlılığını kalbinde duyar." (Taberânî ve Hâkim)
Burada da müthiş bir müjde var. Gerçekten gençlerimiz bu hususa dikkat ettiklerinde kendilerinde büyük bir huzur ve sevinç, âdetâ maddîyattan sıyrılıp nûranîleşmiş bir hâl hissedeceklerdir.

HARAMA NAZAR ŞEYTANIN ZEHİRLİ OKLARINDAN BİR OKTUR.


Kadının kıymetinin güzelliğine ve cazibesine endekslendiği bu zamanda hazır medeniyetin elindeki en etkili cazibedar oyuncak kadındır. İnsanları ahlaksızlığa sapkınlığa ve kötülüklere atmak için kullanılan fantazilerin başkahramanı kadındır. İnsanları uyutmak için kullanılan en uyutucu hevasat silahı yine kadındır. Değeri ve kıymeti çıplaklıkla ölçülen çağdaş kadın ,moda ve kozmetikle öyle bir hale getirilmiş ki, artık sevilmek ,değer bulmak ve beğenilmek için cazibedar surete girmeye ve soyunmaya kendini mecbur bilmiştir.Ona göre erkeklerin beğenisi ve bakışları birer iltifattır.Her gün üzerine çevrilen gözler ve dikkatler onun için mutluluktur.Beğenilmek ve arzu edilmek duygusunu en üst seviyede yaşatmaya sebeptir.O kendisine dönen gözlerin içerisinde şeytanın zehirli oklarının olduğundan haberi yoktur.O gözlerin ultravole ışınlar şeklinde üzerine yaydığı zehirli radyasyondan haberi yoktur.O maruz kaldığı tehlikenin farkında olmadığı gibi bu tehlikeye karşı kendisini uyaran kuranın ihtarından da haberi yoktur.
Evet kuran hayadan ve iffet zırhından soyulan kadının maruz kalacağı tehlikeyi işaret etmek içtin onu uyarıyor ve diyor ki: Kadına nazar eden gözlerden çıkacak öyle bir ışın var ki o ışınlar kadınları kirletir, bozar ,yapısını değiştirip değerini düşürür.Eğer ki o kadınlar erkeklerin gözlerinden kendilerine ve çıplak vücutlarına saplanan şeytanın zehirli oklarını görseler belki kendilerinden iğrenecekler.kendilerine çevrilen o gözlerden çıplak vücutlarına isabet eden binlerce zehirli şeytanın oklarını görünce perişan olacaklardır.Aslında bu erkeklerin gözlerinden çıkan ışınların mahiyetini bilim keşf etmiştir.Erkeklerin gözlerinden çıkan beta gama ışınlarının baktığı ve gördüğü şeyleri elde edemediği zaman mahiyetinin değişip zarar verdiğini söylemişlerdir..Demek bugün çıplak kadınların üzerlerine çevrilen gözlerin hepsinde o beta gama ışınları mevcuttur..O ışınlar kadının bedenini zehirliyor.Erkeklerin o çıplak kadınlara yoğunlaşan bakışlarından boşalan ve yoğunlaşan o manevi ışınlar kadını yıpratıp zamanla bozuyor.Malumdur ki nazarın insanların üzerinde etkisini bütün inanç sistemleri beyan etmiştir..Peygamberin bir çok hadisi şeriflerinde nazarın insanı mezara götürebileceği, hasta edebileceği ,komaya sokabileceği söylenmiştir.Nazarların bu kadar manevi bir gücü varsa nasıl olurda üzerine yüzlerce göz dönen bir kadın bundan çekinmez.kendisini hedef tahtasına oturtur..Hele öyle erkek nazarları vardır ki,karşısındaki bayanı beğenip ,görüp, arzulayıp elde edememenin verdiği haset ve kıskançlık ve şehvetle bakar ki kadını manen mahveder.
İşte erkeklerin güzel cazibeli açık kadınlara her gün attıkları oklar şeytanın zehirli oklarıdır. Nice kadınlar bu erkeklerin zehirli şehvet haram okarıyla kirlenip bozulurlar da haberleri olmaz. O hayâsını ve edebini evde bırakıp dışarı öyle bir giysi ile çıkar ki, abisi, babası, dedesi yaşındaki yüzlerce göz ona döner. Bir sokağa veya çarşıya çıkıp eve dönünceye kadar belki bin tane gözün hapsine maruz kalır. Bin tane zehirli okla iffetini ve bedenini yaralayarak döner. Bugün açık saçık kadınların 50 sine varmadan çirkinleşme haller buna şahittir. Bu güzellik sürecin kısalmasında demek nazarın etkisi büyüktür.
Eğer kadın çıplaklık suretine girmek yerine tesettür kalasına girse ve örtü altına gizlense erkeklerin bu nazar oklarına maruz kalmayacak. Onların nefislerine hoş gelen erkeklerin bakışlarının onlar için ne kadar tehlikeli olduğu görülecektir. Her gün binlerce erkeğin bakış oklarına maruz kalan bir kadının içi dışına çevrilse ne kadar yaralı olduğu görülecektir. Ah ile bakan göz, haset ile bakan göz, kıskançlık ile şehvet ile bakan gözden nurani ve samimi şeylerin çıkması beklenemez. Her gün binlerce oklara maruz kalan kadının manevi iffet ve hayası paramparça olacağı kesindir. Sipere giren vurulmaz, zırha bürünen yaralanmaz, kaleye giren avlanmaz. Öylede tesettüre giren kadın haram şeytan okları ile yaralanmaz, vurulmaz ve avlanmaz. Şeytanın zehirli oklarından korunur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder