28 Temmuz 2015 Salı

İNSAN YARATILIŞ VE EVRİM MESELESİ








İNSAN YARATILIŞ VE EVRİM MESELESİ
Prof. Dr. Mustafa Öztürk
Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Kur’an’ın insan ve yaratılışla ilgili bazı ayetleri özellikle modern dönemde evrim teorisiyle ilişkilendirilmiştir. Gerçi klasik dönemlerde Câbir Hayyân, Nazzâm, Câhiz, Bîrûnî, İbn Miskeveyh, İhvan-ı Safâ, İbn Tufeyl, İbn Haldun, Mevlana Celâleddîn Rûmî, Kınalızade Ali Efendi, Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi birçok İslam âlimi ve mütefekkirinin evrim veya tekâmül nazariyesine sıcak baktıkları ve yaratılışı bu eksende açıklamaya çalıştıkları malumdur. Ancak bütün bu âlimler konuyu doğrudan doğruya Kur’an ekseninde değil, fikrî ve felsefî zeminde ele almışlardır.
Bir örnek vermek gerekirse, Erzurumlu İbrahim Hakkı Marifetname eserinde şöyle demiştir: “Varın yok olması, yokun var olması mümkün değildir. Var daima var, yok daima yoktur. Fakat var, bir mertebeden diğer mertebeye, bir halden diğer hale geçebilir. Allah’ın emriyle felekler ve yıldızlar hareket edip dört unsur istihale ile birbirine karışmış, unsurların izdivacından önce madenler, ondan bitkiler, ondan hayvanlar vücuda gelmiş ve hayvan kemalini bulunca insan meydana gelmiştir. Madenlerle bitkiler arasında ara varlık mercandır; bitkiler ile hayvanlar arasında ara varlık hurmadır; hayvanlarla insanlar arasında ara varlık maymundur. Zira cümle azası, kıl ve kuyruktan başka içi dışı insana benzer. Mevcut aracıların hikmeti şudur ki her biri kendi mertebesinin aşağısından en yükseğine vasıl olup varlıklar mertebesi bir düzenle sıralanıp insan mertebesinde son bulur. Gaye devr-ü zamanın tetimmesi, cihanın özü olan insanın meydana gelmesidir.”
Görüldüğü gibi bu pasajda anlatılan evrim teorisi Kur’an’la irtibatlandırılmamıştır. Buna mukabil modern dönemde yaratılış ve evrim Süleyman Ateş ve İsmail Yakıt gibi bazı araştırmacılar tarafından bizzat Kur’an’ın konusu gibi algılanmış ve çeşitli ayetler bu eksende yorumlanmıştır. Bu anlayışa göre Kur’an’da göklerin ve yerin altı günde yaratıldığını bildiren ayetler cansız varlıkların evrimine, toprak, çamur, sudan yaratmayla ilgili ayetler de genelde canlı varlıkların, özelde insanın evrimine işarettir. Yine bu anlayışa göre Nuh 71/17. ayetteki vallâhu enbeteküm mine’l-ardi nebâten ifadesi “insanın bitkisel hayattan gelişerek meydana geldiğine delildir. Bundan daha ilginci ise Kasas 28/68. ayetteki ve-rabbüke yahluku ma yeşâu ve yahtâr ifadesinin doğal seçilime/seleksiyona işaret kabul edilmesidir.
Açıkça söylemek gerekir ki bu yorumların hiçbirinde doğruluk payı mevcut değildir. Çünkü Kur’an insanoğlunun ne şekilde yaratıldığı hakkında herhangi bir felsefî veya modern bilimsel teoriye temel teşkil edecek nitelikte bilgi vermemekte, dolayısıyla yaratılış bağlamında evrimi de konu edinmemektedir. Bilakis yaratılışla ilgili ayetler, daha önce birkaç kez açıkça belirtildiği gibi, yaratmanın keyfiyetiyle ilgili bilgileri nüzul dönemindeki Arap toplumunun bilgi ve kültür kodlarına uygun bir şekilde vermektedir. Bu gerçeğin daha iyi kavranması için evrimle ilişkilendirilen birkaç ayet üzerinde durmak gerekir.
Nûh suresi 71/17. ayette, “Allah sizi tıpkı bitkiler gibi topraktaki unsurlardan meydana getirdi.” (vallâhu enbeteküm mine’l-ardi nebâten) şeklinde bir ifade geçer. Müteakip ayette ise insanların tekrar toprağa iade edileceği, zamanı gelince yeniden diriltileceği (sümme yuîdüküm fîhâ ve yuhricüküm ihrâcâ) bildirilir. On yedinci ayet, lafzi olara,k “Allah sizi yerden/topraktan bitki olarak bitirdi” anlamına gelir. Ancak bu ayet, insanın tıpkı bitkiler gibi toprağa ait unsurlardan yaratıldığına ve/veya topraktaki unsurlardan mürekkep bir varlık olduğuna işaret eder. Burada enbete (bitirdi) fiilinin enşe’e (meydana getirdi) manasında kullanılması, insanın meydana getirilmesi ile bitkilerin bitirilmesi arasında benzerliğe atıfta bulunur. Ayetteki ifadenin, “Allah sizin aslınızı yani Âdem’i topraktan meydana getirdi” manasına geldiği de belirtilmiş ve bu yorum ke-meseli âdeme halekahû min turâb ayetiyle şahitlendirilmiştir.
Nuh suresi 71/17. ayete konu olan yaratmanın aslından ölümden sonra dirilişe atıfta bulunduğu, “Ölümünüzün ardından sizi toprağa döndürecek ve zamanı gelince sizi yenide diriltecektir” mealindeki on sekizinci ayetten çok açıkça anlaşılmaktadır ki bu noktada ölüm sonrası diriliş meselesinin bilhassa erken dönem Mekkî surelerin en temel konularından biri olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Nitekim Fahreddîn er-Râzî de burada tevhid inancına ve aynı zamanda uhrevi diriliş gerçeğine dair enfüsî delillere yer verildiği ve yine bu ayetin “Allah sizi birçok evreden geçirerek yarattı mealindeki Nuh 71/14. ayetin bir nevi tefsiri mahiyetinde olduğuna dikkat çekmiştir.
Şöyle ki Râzî’ye göre ayetteki vallâhu enbeteküm mine’l-ardi nebâten ifadesi iki şekilde izah edilebilir. Birinci izaha göre ayet, “Allah sizin ilk atanızı arzdan/topraktan meydana getirdi” manasına gelir ki bu mana “Allah nezdinde Âdem neyse İsa da odur. Öyle ki Allah Âdem’in topraktan meydana getirmiştir” mealindeki Âl-i İmrân 3/59. ayetle aynı doğrultudadır. İkinci izaha göre ayetteki anlam, “Allah hepinizi arzdan/topraktan meydana getirdi” şeklindedir. Çünkü Allah bizi nutfeden meydana getirmiş, insan bedenindeki nutfe ise toprakta yetişen bitkiler yoluyla elde edilen gıdalardan teşekkül etmiştir.
Kur’an’da evrimle ilişkilendirilen bir diğer ayet, mâ leküm lâ tercûne lillâhi vakâran ifadesiyle başlayan Nuh 71/14. ayetteki ve-kad halekaküm etvâran ifadesidir. Etvâr, Arapçada tavr kelimesinin çoğulu olup “çeşitli haller, merhaleler” anlamına gelir. Burada söz konusu olan hallerden maksat da hemen bütün müfessirlerin açıkça ifade ettikleri gibi, insanın ana rahminde nutfe, alaka, mudga gibi farklı evrelerden geçerek ete kemiğe bürünmesidir ki bu da Mü’minûn 23/12-14. ayetlerdeki muhtevaya karşılık gelir.
Kasas 28/68. ayetin doğal seleksiyona delil gösterilen ve-rabbüke yahluku mâ yeşâu ve yahtâr ifadesi ne doğal seleksiyonla ve ne de kimi müfessirlerin tartıştıkları gibi kader-kaza, kulların fiilleri ve salah-aslah gibi kelam nazariyeleriyle ilgisi vardır. Ayette anlatılan husus, Velîd b. Muğîre gibi bazı müşriklerin Zuhruf 43/31. ayette, “Bu Kur’an iki kasabanın birindeki büyük bir adama indirilmeli değil miydi?” diye ifade edildiği gibi, vahiy ve nübüvvetin Hz. Muhammed’e değil, kendisine veya Taif’te mukim olan Urve b. Mes’ûd es-Sekafî gibi namlı birine verilmesi itirazına reddiye olarak, “Allah nasıl ki dilediğini yaratırsa dilediğini de peygamber olarak seçer” buyrulmuş, ardından da yine müşriklere atfen, “Onlar peygamber seçme ya da kimin peygamber olacağı hususunda fikir beyan etme salahiyetine sahip değildir” mealindeki ifadeyle meseleye son nokta konulmuştur.
İnsan cinsinin toprak (türâb) ve sudan (mâ’) müteşekkil iki ana maddeden yaratıldığıyla ilgili ayetlerde geçen çamur (tîn), süzme çamur (sülâle min tîn), yapışkan çamur (tîn lâzib), kurumuş çamur (salsâl), porselen gibi ses çıkaran kurumuş çamur (salsâl ke’l-fehhâr), rengi kararmış ve kokusu bozulmuş çamur (hame’ mesnûn) gibi farklı tabir ve terkiplerden hareketle ilk yaratılış hakkında tekâmül ve benzeri şeyler söylemek mümkün görünse de sonuçta bütün bu tabir ve terkiplerin delaleti, “Marangoz masayı ağaçtan yaptı” ifadesindeki mücmellikten daha mübeyyin/mübeyyen değildir.
Esasen, yaratılışla ilgili ayetlerdeki beyanlar, Arap dili ve edebiyatındaki tabirle, faide-i haber cinsinden değil, lazım-ı faide-i haber kabilindendir. Daha açıkçası, söz konusu beyanlar yaratılış konusunda yalın bilgi vermek ve bilimsel merakları giderme hedefinin ötesinde, ilk hitap çevresindeki mevcut bilgi üzerinden Allah’ın birliği, ahirette yeniden dirilişin gerçekliği gibi temel inanç umdelerini benimsetme hedefine yöneliktir. Kaldı ki Kur’an yaratılış konusunda ilk muhatapların bilmediği hemen hiçbir şeyden de söz etmemiştir. Nitekim Mevdudi de ölümden sonraki dirilişten derin şüphe duyanlara “Biz sizi topraktan, sonra nutfeden yarattık” mealindeki hitaplarda bulunan Hac 22/5. ayeti izah ederken, “Burada çocuğun anne karnında geçirdiği evrelere işaret edilmektedir. Bu tasvir bilimsel araştırmaya değil, gözleme dayanmaktadır ve buradaki zikrediliş amacı için böyle bir bilimsel temele de gerek yoktur. Çünkü o zaman bir bedevi bile bu safhaların keyfiyetini biliyordu. Dolayısıyla bu ayetleri bilimsel ifadelerin içinde, ayrıntıyla anlamak için çaba sarf etmek anlamsızdır” demek suretiyle aynı noktaya vurgu yapmaktadır.
Bu konuda yapılabilecek en büyük yanlış, modern bilimsel teorileri Kur’an’la irtibatlandırmak ve Kur’an’dan modern bilimsel sonuçlar çıkarmaya çalışmaktır. Kur’an Allah’ın şeriksiz olduğunu, biz insanların da O’na şükran borcumuz bulunduğunu anlatmak gibi çok kısa, açık ve özlü bir mesaj vermekte, ama insanlar Kur’an’ın Allah kelamı olmasından dolayı, onun söylediği bu kısa ve özlü mesajı gereksiz bilgiler ve tevillerle asıl mecrasından saptırıp sözü kalabalıklaştırmaktalar. Ancak sonuçta kaş yapalım derken gözü çıkarmakta, bilgi verelim derken berrak ilahi mesajı bulanıklaştırmaktalar. Uzun lafın kısası, evrim Kur’an için bir bahsi diğerdir. Dolayısıyla yaratılış ve evrimin bilimsel ve felsefî zeminde tartışılacağı adres de zinhar Kur’an değildir. Bununla birlikte, “Kainattaki bütün her şeyi yaratan Allah’tır” diye iman ettikten sonra, yoktan mı (lâ min şey ya da ex nihilo) veya bir ana maddeden mi yahut evrim ve tekamülle mi yarattığı meselesi çok da önem arz eden bir husus değildir.
Bu noktada “Dinî/şer’î alanda kıdem ve hudûs terimlerini kullanmak bidattir” diyen İbn Rüşd’ün ifadelerini kısaca aktarmak gerekir.. Ona göre Kur’an’da âlemin yaratılışı hakkında serdedilen temsilî anlatımların maddi âlemde söz konusu olan hudûs kavramına mutabık bir mana ve muhtevaya sahip görünmesi ilginçtir; fakat Kur’an dilinde yaratılışın hudûs yerine halq ve futûr kelimeleriyle ifade edilmiş olması da dikkat çekicidir. Bunun sebebi, âlemin yaratılışının nesneler dünyasındaki hudûs olgusuyla aynı olmadığına dikkat çekmek içindir. Hâl böyleyken, kelamcılar kıdem ve hudûs terimlerini kullanmakla ihtilaf ve tartışmaya yol açmışlardır. Oysa âlemin ezeli olduğu görüşü kadar onun yoktan ve sonradan yaratılmış olduğu fikri de Kur’an’ın sarih beyanlarıyla bağdaşmaz. Çünkü yaratılışın ezelî ve/veya hâdis olduğu meselesi Kur’an’ın ilgilendiği meseleler arasında yer almaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder