16 Kasım 2016 Çarşamba

Cehennem Bekçileri





29. "Durmadan derileri kavurucudur"
BEŞER, insan demek olduğu gibi, "beşere" nin çoğulu olarak derinin, özellikle insan derisinin dış yüzleri mânâsına da gelir. İnsana beşer denilmesi de bu yüzdendir.
LEVVÂHA, "levh" kökünden aşırılık ifade eden bir siğa (kip)dır. Levh; susamak veya güneşin ısısı, yahut susuzluğun bir adamın çehresini bozması, yani yakıp kavurarak karartmak veya ortaya çıkmak, şimşek çakmak, gözle görmek mânâlarına gelir ki, Levvâha kelimesinin bütün bu mânâlara ihtimali vardır. Deriye susamış, yahut hiç durmadan derileri kavuran, yüzler karartan, yahut hep beşer gözeten beşere saldıran mânâlarını ifade eder. İbnü Abbas'tan; "Sürekli olarak deriler kavuran, yüzler karartan" mânâsı rivayet edilmiştir. Daha başka mânâlar da söylenmiştir. Buna şöyle diyebileceğiz: Kanmak bilmez bir susuz, sürekli beşersûz (deri yakan).
30. Üzerinde ondokuz var.
Bu "ondokuz"un ne olduğunu açıklayan kelime zikredilmiyor. Ancak bundan sonraki âyetten bunun, o cehennemin korucuları olan melekler yani zebaniler olduğu anlaşılıyor. İnsanoğlunun ruhî ve ahlâkî kuvvetlerinin analizini yapıp sınıflandırarak bu sayının sır ve hikmetini açıklamaya çalışmak isteyenler olmuşsa da, doğrusu bunun akılla bilinebilecek bir ilim işi değil, mutlak bir iman işi olmak üzere bir sınama için olduğu ikinci âyette özellikle anlatılmıştır. Onun için bunun, kayıtsız şartsız bir iman ile inanılması istenen mutlak bir ilâhî haber olduğunu tasdik edip "yorumunu ve mânâsını Allah bilir" demek gerekir. Özet olarak şöyle diyebiliriz: Yüce Allah'ın şimdi sizin tam olarak bilip anlayamayacağınız ve ilerde ortaya çıkacak öyle kuvvet ve güçleri vardır ki onların hakikatini ancak kendisi bilir ve sizin ona mutlak surette inanmanız gerekir. İşte size onlardan bir örnek haber veriyor. Bu, şu anda imanı olmayan ve kalplerinde bir çürüklük bulunanlar için şaşırtıcı bir sır, bilinmez bir şey gibi gelir, "böyle kapalı Allah sözü, Peygamber duyurusu mu olur?" diye alay ve inkâra sapmalarına sebep olabilirse de, kitap ve peygamberin ne demek olduğunu ve gelecek işinin bugünkü işlere kıyas edilerek bilinemeyeceğini bilenlerin kuşkularını kesecek ve iman yeteneği olanların imanlarını artırarak onları başarı ve kurtuluşa götürecek en önemli sebeplerden, hatırlatma ve haber verme cümlesinden olduğu için bunların yorumuna çalışmayarak mutlak bir iman ile inanılması gerekir.
31. Bunun böyle olduğunu açıklamak için devamında şöyle buyruluyor: "Biz o ateşin muhafızlarını hep melekler yaptık. Sayılarını da ancak kâfirler için bir imtihan kıldık." Bu âyette geçen "ashab-ı nâr" sonsuza kadar o ateşin içinde kalıp yanacak olanlar mânâsına değil, o ateşe sahip olup koruyacak bekçiler, muhafızlar mânâsına olduğu açıktır ki maksat, kendilerine "cehennem bekçileri" denilen ve Tahrim sûresinde "Onun başında öyle melekler vardır ki iri mi iri, çetin mi çetin.. Allah kendilerine ne emrettiyse isyan etmezler ve kendilerine ne emredilmişse onu yaparlar." (Tahrim, 66/6) diye nitelenen ve başkanları malik olan zebani meleklerdir. Bu âyette geçen "onların sayısı" sözünden maksat da, zikredilen "ondokuz" sayısı olduğu açıktır. Yani bunların sayılarının ondokuz yapılması veya şahısları mı, türleri mi ne olduğu belirtilmeyerek sade ondokuz sayısıyla bir muamma, bir sır halinde ifade edilerek haber verilmesi sadece kâfirlere bir bela ve imtihan içindir. Bunun faydası da diye başlayan bölümde anlatılanlardır. Bu âyetin iniş sebebi hakkında iki rivayet anlatıyor:
BİRİNCİSİ, âyeti indiği zaman Ebu Cehil Kureyş'e şöyle demişti: "Analarınız ağlasın, İbnü Ebi Kebşe'nin oğlunu işitiyorum, size cehennem bekçilerinin ondokuz adet olduğunu haber veriyor. Sizler ise demir pehlivanlarsınız. Sizin her onunuz onlardan bir adamı yakalamaktan aciz mi?" Ebu'l-eşedd b. Üseyd b. Kelede el-Cümehi, Pençesi pek kuvvetli yırtıcı bir adamdı. "Ben size onyedisinin hakkından geliveririm, siz de bana ikisinin hakkından geliverin." demişti. Bunun üzerine "Biz ateşin bekçilerini hep melekler kıldık." âyeti indi. Onlar sizin güç yetireceğiniz adamlar değil, meleklerdir, diye haber verildi. Ebu Cehil hakkında da Kıyame sûresindeki "Gerektir sana o bela gerek! Evet, gerektir o bela sana gerek."(Kıyamet, 75/34-35) âyetleri indi.
İKİNCİSİ, Tirmizî ve İbnü Merduye'nin Hz. Cabir'den ettikleri bir rivayete göre, yahudilerden bazı kimseler Peygamber (s.a.v)'in ashabından bazılarına "Sizin Peygamberiniz cehennem bekçilerinin adedini biliyor mu?" diye sormuşlar, onlar da Hz. Peygamber (s.a.v)'e bunu haber vermişlerdi. Resulullah (s.a.v), şöyle ve şöyle deyip elleri ile bir kere on, bir kere de dokuz işareti yapmışlardı. Yahudilerin Medine'de bulunmasından dolayı bundan bazıları bu âyetin Medine'de indiğini anlamak istemişlerse de Ashab-ı Kiram'dan bazılarının Medine'ye veya yahudilerden bazılarının Mekke'ye gitmiş olmaları düşünülebileceğinden bunu delil göstererek bir neticeye varmanın zayıf olduğu açıktır ve hatta âyetin iniş sebebinden ziyade bir tefsir mânâsındadır.
"Rabbının ordularını ancak kendisi bilir." İşte o muammanın asıl sırrı ve faydası bu hakikata kayıtsız şartsız bir imanla iman etmeyi sağlamaktır.
CÜNUD, "cünd" kelimesinin çoğuludur. Asker, bir adamın yardımcıları, alay ve ordu mânâlarına gelir. Kuvvet ve sertliği itibariyle daha çok asker için kullanılır olmuştur. Aslı kalıbında kelimesinden alınmıştır ki taşlık , sert araziye denir. Ve o (yani Sekar veya bu âyetler) başka bir şey değil ancak insanlık için, insanın yararı için bir öğüt, bir hatırlatıcıdır.
Bunu hafife alanları reddederek korkutmayı hem desteklemek hem de olumlu bir gayeye yöneltmek suretiyle aydınlatma maksadıyla buyruluyor ki.


Kur’ân-ı Kerîm’in yetmiş yedi âyetinde yer alan cehennem, kâfirlerin, münafıkların, zalimlerin, gerçeğe boyun eğmeyenlerin azap görecekleri yer olarak tasvir edilir. Cehennem ifadesi genel olarak Cehennem'İn bütün katmanları için kullanıldığı gibi özelde Cehennem'in en üst katmanı için de kullanılmaktadır. Cehennem tabakalarına ait yedili tasnif sisteminde azabı en hafif olan en üst tabakadır.
 
Sünnî âlimlere göre burası günahkâr müminlerin azap yeri olacak, bunların azabı sona erdikten sonra ise boş kalacaktır. Münafıkların cehennemin en aşağı tabakasında olacağı (en-Nisâ 4/145) bildirilmiştir. Sünnî âlimler, azabı en hafif olan birinci tabakada günahkâr müminlerin bir süre kaldıktan sonra buradan çıkarılacağını, yedinci tabakada ise münafıkların azap göreceğini kabul ederler. İkinci tabakadan itibaren de yahudiler, hıristiyanlar, Sâbiîler, ateşe tapanlar ve müşrikler cezalandırılacaktır.
 
Cehennemin tabakalarını birbirinden tamamen ayrılmış katmanlar olarak değil farklı azab türlerine işaret edilmesi şeklinde anlamak daha uygun görülmektedir. Kişi işlediği günahların durumuna göre farklı azabları tadabilecektir.
 
Cehennemin tabakaları şöyle tasnif edilmiştir:
 
1. Cehennem. Cehennem tabakalarına ait yedili tasnif sisteminde azabı en hafif olan en üst tabakadır.
 
2. Cahîm. “Kat kat yanan, alevi ve ısı derecesi yüksek ateş” anlamında olup yirmi altı âyette ve bazı hadislerde geçer. Kur’an’da daha çok cehennem yerine, birkaç âyette de “tutuşturulan yakıcı ateş” anlamında kullanılmıştır.
 
3. Hâviye. “Yukarıdan aşağıya düşmek” anlamındaki hüviy kökünden isim olan hâviye “uçurum, derin çukur” mânasına gelir. Kur’an’da sadece bir yerde zikredilmiş ve aynı yerde “harareti yüksek ateş” diye de tefsir edilmiştir (el-Karia 101/9-11). Hâviye cehennemin adı olarak bir hadiste de geçmektedir (Nesâî, “Cenâiz”, 9).
 
4. Hutame. “Kırmak, ufalayıp tahrip etmek” anlamındaki hatm kökünden mübalağa ifade eden bir sıfat olup Kur’an’da yer aldığı bir tek sûrede, “Allah’ın yüreklere kadar tırmanan tutuşturulmuş ateşi” diye açıklanmıştır (el-Hümeze 104/4-7). Hutame cehennemin bütününe ait bir isim olabileceği gibi belli bir kısmını ifade etmek üzere de kullanılmış olabilir. Kelimenin sözlük anlamı ile Kur’an’daki açıklaması arasında tam bir uygunluk vardır. Zira tutuşturulmuş şiddetli ateş karşılaştığı her şeyi yakıp tahrip eder ve onun en iç kısmına kadar işler. Âhiretteki cezayı ve dolayısıyla cehennem ateşini maddî değil de mânevî olarak kabul edenler hutamenin âyetteki izahına dayanarak “kalpleri saran ateşli kaygı” şeklinde bir yorum getirirler. Ancak cehennem azabıyla ilgili âyetlerin bütününe bakıldığında böyle bir yorumu doğru bulmak mümkün görünmemektedir.
 
5. Lezâ. “Hâlis ateş” anlamına gelen kelime Kur’an’da bir yerde geçmekte ve “bedenin uç organlarını söküp koparan” diye nitelendirilmektedir (el-Meâric 70/15-16).
 
6. Saîr. “Tutuşturmak, alevlendirmek” anlamındaki sa‘r kökünden sıfat olup Kur’ân-ı Kerîm’de biri fiil şeklinde olmak üzere on yedi âyette yer alır. Saîr Kur’an’da çoğunlukla cehennemin bir adı olarak, bazan da “tutuşturulmuş, alevli ateş” mânasında kullanılmıştır. Aynı kullanılış hadislerde de mevcuttur (Wensinck, MuǾcem, “saîr” md.).
 
7. Sakar. “Şiddetli bir ısı ile yakıp kavurmak” anlamındaki sakr kökünden isimdir. Dört âyette cehennem kelimesi yerine kullanılmış, bunlardan Müddessir sûresinde (74/28-29), “yaktığı şeyi tüketircesine tahrip etmekle birlikte sönmeyip yakmaya devam eden ve insanın derisini kavuran” şeklinde nitelendirilmiştir. Kurtubî’ye göre sakar kemiği değil eti yakıp tahrip eder (et-Tezkire, s. 448). Bu yorum kelimenin sözlük anlamına ve Kur’an’daki kullanımına da uygun düşmektedir.(Bekir Topaloğlu, DİA, "Cehennem Md" 7/227).

According to Dante and other medieval writers, Hell was a place of torment. This included all sorts of torture devices and plenty of unquenchable fire. But the home of the damned was also a place of ice and snow, which brings its own kind of pain.
Indeed, Dante saved ice as his final punishment for the worst of Hell. At the deepest level of the Hell, it ceases to be an inferno and becomes a lake of ice. The ninth circle of Hell featured a frozen lake blowing with wind blowing from the flapping wings of Lucifer, himself trapped in the ice. The closer souls are to the center, the more their souls are covered by ice, with some stuck in ice. It was a place,
- See more at: http://tobingrant.religionnews.com/2014/01/05/winter-weather-becoming-cold-hell/#sthash.EI19Tknu.dpuf


                           Soğuk Cehennem (Zemheri)  

According to Dante and other medieval writers, Hell was a place of torment. This included all sorts of torture devices and plenty of unquenchable fire. But the home of the damned was also a place of ice and snow, which brings its own kind of pain.
Indeed, Dante saved ice as his final punishment for the worst of Hell. At the deepest level of the Hell, it ceases to be an inferno and becomes a lake of ice. The ninth circle of Hell featured a frozen lake blowing with wind blowing from the flapping wings of Lucifer, himself trapped in the ice. The closer souls are to the center, the more their souls are covered by ice, with some stuck in ice. It was a place,
- See more at: http://tobingrant.religionnews.com/2014/01/05/winter-weather-becoming-cold-hell/#sthash.EI19Tknu.dpuf
According to Dante and other medieval writers, Hell was a place of torment. This included all sorts of torture devices and plenty of unquenchable fire. But the home of the damned was also a place of ice and snow, which brings its own kind of pain.
Indeed, Dante saved ice as his final punishment for the worst of Hell. At the deepest level of the Hell, it ceases to be an inferno and becomes a lake of ice. The ninth circle of Hell featured a frozen lake blowing with wind blowing from the flapping wings of Lucifer, himself trapped in the ice. The closer souls are to the center, the more their souls are covered by ice, with some stuck in ice. It was a place,
- See more at: http://tobingrant.religionnews.com/2014/01/05/winter-weather-becoming-cold-hell/#sthash.EI19Tknu.dpuf
According to Dante and other medieval writers, Hell was a place of torment. This included all sorts of torture devices and plenty of unquenchable fire. But the home of the damned was also a place of ice and snow, which brings its own kind of pain.
Indeed, Dante saved ice as his final punishment for the worst of Hell. At the deepest level of the Hell, it ceases to be an inferno and becomes a lake of ice. The ninth circle of Hell featured a frozen lake blowing with wind blowing from the flapping wings of Lucifer, himself trapped in the ice. The closer souls are to the center, the more their souls are covered by ice, with some stuck in ice. It was a place,
- See more at: http://tobingrant.religionnews.com/2014/01/05/winter-weather-becoming-cold-hell/#sthash.EI19Tknu.dpuf
According to Dante and other medieval writers, Hell was a place of torment. This included all sorts of torture devices and plenty of unquenchable fire. But the home of the damned was also a place of ice and snow, which brings its own kind of pain.
Indeed, Dante saved ice as his final punishment for the worst of Hell. At the deepest level of the Hell, it ceases to be an inferno and becomes a lake of ice. The ninth circle of Hell featured a frozen lake blowing with wind blowing from the flapping wings of Lucifer, himself trapped in the ice. The closer souls are to the center, the more their souls are covered by ice, with some stuck in ice. It was a place,
- See more at: http://tobingrant.religionnews.com/2014/01/05/winter-weather-becoming-cold-hell/#sthash.EI19Tknu.dpuf
According to Dante and other medieval writers, Hell was a place of torment. This included all sorts of torture devices and plenty of unquenchable fire. But the home of the damned was also a place of ice and snow, which brings its own kind of pain.
Indeed, Dante saved ice as his final punishment for the worst of Hell. At the deepest level of the Hell, it ceases to be an inferno and becomes a lake of ice. The ninth circle of Hell featured a frozen lake blowing with wind blowing from the flapping wings of Lucifer, himself trapped in the ice. The closer souls are to the center, the more their souls are covered by ice, with some stuck in ice. It was a place,
- See more at: http://tobingrant.religionnews.com/2014/01/05/winter-weather-becoming-cold-hell/#sthash.EI19Tknu.dpuf








Allahü teâlâ, şeytana ve diğer kâfirlere azap etmekten âciz değildir. Kâfirlerin azapları hafiflemez, aksine artar. Bu konudaki âyetlerden birkaçının meali şöyledir:
(Kâfirleri, en şiddetli azapla cezalandıracağım.) [Al-i İmran 56]

(Onların azapları hiç hafifletilmez.) [Bekara 86]

(Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti kâfir olarak ölenlerin üzerinedir. Lânette temelli kalırlar, azapları da hafifletilmez ve geciktirilmez.) [Bekara 161, 162]

(Onların azapları hafifletilmez ve tehir de edilmez.) [Nahl 85]

(Orada devamlı kalırlar, azapları hafifletilmez, kurtuluş ümitleri de yoktur.) [Zuhruf 75]

Kadızade Ahmed Efendi buyuruyor ki:

"Cehennemde bir yere Zemherir denir, yani, soğuk Cehennemdir. Soğukluğu pek şiddetlidir. Bir an dayanılmaz. Kâfirlere, bir soğuk bir sıcak, sonra soğuk sonra sıcak Cehenneme atılarak, azap yapılacaktır." (Amentü şerhi)

Cehennemde çok soğuk Zemherir azapları bulunduğu, Kimya-i Saadet ve Dürret-ül-Fahire kitabında yazılıdır. Buhari, Müslim, İbni Mace ve diğer hadis kitaplarında, yazın sıcaklığı sıcak Cehennemin nefesinden, kışın soğukluğu da zemherir Cehennemin nefesinden olduğu bildiriliyor. (Örneğin: Buharî, Mevâkît: 9, Müslim, Mesâcid: 185-187; Tirmizî, Cehennem: 9.)

Cehennemde sadece ateşle azap edilmez. Birçok azap çeşitleri vardır. Birkaçı şöyledir:
1- Dondurucu soğukla azap,
2- Yılan, akrep gibi hayvanların sokması,
3- Başına topuzlarla vurarak beynini parçalamak,
4- Aç bırakmak,
5- Zakkum yedirerek bağırsakları parçalamak,
6- Vücutları çok büyültülerek azabın şiddetlendirilmesi,
7- İrinli su içirmek,
8- Gayya kuyusuna atmak,
9- Uçurumlardan yuvarlamak,
10- Zifiri karanlıkta azap,
11- Büyük azap veren pis kokulara maruz bırakmak,
12- Azapların her gün katlanarak çoğaltılması ve sonsuza kadar devam etmesi,
13- En büyük azap da, Allahü teâlânın kahır sıfatıyla görülmesidir. Bu azap, diğer Cehennem azaplarından çok daha şiddetli olacaktır.

Kadızade Ahmed Efendi buyuruyor ki: Cehennemin bir bölümüne Zemherir (Zemheri) denir. Çok soğuk Cehennemdir. Soğukluğu pek şiddetlidir, bir an dayanılmaz. İmansızlara bir soğuk, bir sıcak, sonra soğuk, sonra ateşe atılarak şiddetli azap yapılacaktır. (Feraid-ül fevaid)

Cehennemde çok soğuk Zemherir azapları bulunduğu, Kimya-i saadet ve Dürret-ül-fahire kitaplarında yazılıdır. Buhârî, Müslim, İbni Mace ve diğer hadis kitaplarında, yazın sıcaklığı sıcak Cehennemin nefesinden, kışın soğukluğu da Zemherir Cehennemin nefesinden olduğu bildiriliyor. Reşahat kitabında da, (Zemherir denilen soğuk Cehennemin azabı çok şiddetlidir) deniyor.

İlk insan topraktan yaratıldı. Diğer insanların bedenleri toprak maddelerinden meydana geldi. Fakat insan, et ve kemiktir, toprak değildir. Cin de böyledir. Ateş ve havadan meydana gelmişse de, ateş ve hava değildir. Şeytan da ateş ve havadan yaratılmışsa da ateş ve hava değildir. (Eşbah, Akâm-il-Mercân)

Allahü teâlânın, şeytana soğuk Cehennemde de, sıcak Cehennemde de azap etmeye elbette gücü yeter. Âciz insanın yaptığı demir testere, demiri kestiği gibi, ateş de ateşi yakar. Bugün fen ilmine vakıf olanlar, cisimlerin elementlerden meydana geldiğini bilir. Mesela, yanıcı hidrojen gazı ile yakıcı oksijen gazının terkibiyle su meydana gelmektedir. Su ise, kendini meydana getiren oksijen ve hidrojene hiç benzemez. İnsan topraktan, cin ve şeytan da ateş ve havadan yaratıldığı hâlde, yaratılış maddelerine benzemez. Melekler nurdan yaratılmıştır. Kar ve ateşten yaratılanları da vardır. Mektubat-ı Rabbanî’deki bir hadis-i şerifte, (Meleklerin bir kısmı ateşten ve kardan yaratılmıştır. Bunlar, “Ateşle karı bir arada bulunduran Rabbimizde hiçbir noksanlık yoktur” derler) buyuruldu. (m. 260)

Bu melekler ateş ve kardan yaratıldığı hâlde ateş ve kar değildir.

Cehennem melekleri olan Zebaniler, Cehennemde emrolunan vazifelerini yapar. Cehennem ateşi bunlara zarar vermez. Denizin balığa zararlı olmaması gibidir. (Herkese Lazım Olan İman)

Kur’an-ı kerimin birçok yerinde, (Ve hüve ala külli şey’in kadir = Onun her şeye gücü yeter) buyuruluyor. İki âyet-i kerime meali şöyledir:
(Göklerin ve yerin hükümranlığının Allah’ın olduğunu elbette bilirsin. O dilediğine azap eder, dilediğini bağışlar. Allah her şeye kadirdir.) [Maide 40]

Cehennem Senede İki Kez Nefes Alır

.


Ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Ebû Seleme ibnu Abdirrahmân tahdîs etti ki, kendisi Ebu Hurayra (r.ânh)'dan, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Cehennem ateşi, Rabbine şikayet arzetti: -Ya Rabbi, bir kısmım bir kısmımı yiyor (yani ben, kendimi yiyorum, izin ver), dedi.
Allah da, onun iki defa nefes almasına izin verdi.
Nefesin biri kışın, diğeri yazın.
En şiddetli hissettiğiniz sıcak ile sizi en çok üşüten zemherir (işte budur).
(Sahih-i Buhârî, Kitabu Bed'i'1-Halk, B.10, Hds.69, Kitabu Mevakiti's-Salat, B.9, Hds.14; Sahih-i Muslim, Kitabul-Mesadd, B:32, Hds.185-187; Sunen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu'l-Cehennem, B.8, Hds. 2719; Sunen-i İbn Mace, Kitebu'z-Zuhd, B.38, Hds. 17, 4319; Sunen-i Dârimî, Kitabu'r-Rikak, B.119, Hds.2848)





Ebû Hurayra (r.anh)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
Cehennem 'bir kısım bir kısmımı yiyip bitiriyor' diye Allah’a şikayette bulundu. Allah’ta ona iki sefer nefes almasını takdir etti. Kışın bir nefes, yazın bir nefes; kışın aldığı nefesten dolayı soğuklar ve zemheri meydana geldi. Yazın aldığı nefesten dolayı baskın sıcaklar ve sâm yeli ortaya çıktı.”
(Muslim, Mesacid: Bab 27, 32, Hadis no. 185- 186 (617); İbn Mâce: Zuhd: 17, Tirmizi, Cennet, bab 9, Hadis no : 2592)

Tirmizî: Bu hadis sahihtir. Ebû Hurayra’dan değişik şekilde de rivâyet edilmiştir. Mufaddal b. Salih hadisçilere göre hafız değildir.


(...) Bana Harmeletu'bnu Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb rivayet etti . (Dedi ki) : Bize Hay ve haber verdi. Dedi ki: Bana Yezîd b. Abdillâh b. Usâmete'bni Had, Muhammed b. İbrahim'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hurayra'dan, o da Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)''den naklen rivayet etti ki şöyle buyurmuşlar :

«Cehennem, dedi ki: Yâ Rab! Kendi kendimi yedim. Bana izin ver de bir nefes bari alayım!
Bunun üzerine Allah ona iki nefes için izin verdi. Bir nefes kışın, bir nefes de yazın (alır.) İşte mâruz kaldığınız soğuk, yâhud zemherir cehennemin nefesîndendir. Mâruz kaldığınız sıcak yahut harûr da cehennemin nefesîndendir.»

(Muslim, Mesâcid, bab 32, hadis no : 187)

Bu hadîsi Buhari, «Mevâkitu's - Salât» bahsinde; Nesâî «Kitâbu's - Salât» da tahrîc etmişlerdir.

Cehnnemin, Rabbine şikâyeti, biri hakikat, diğeri mecaz olmak üzere iki vecîhle tasavvur edilebilir.
Kaadî İyâz hakikat olduğuna kaaildir.

Kurtubî dahî: «Bu sözü hakîkata hamletmek imkânsız değildir. Çünkü muhbir-i sâdık olan Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in haddi zâtında caiz bir şeyi haber vermesi te'vîle muhtaç değildir. Binaenaleyh bu sözü hakîkata hamletmek evlâdır.» demişdir.

Nevevî de buna benzer sözler söyledikden sonra: «Doğru olan hareket bu sözü hakîkata hamletmekdir.» diyor.
Bu husûsda Aynî de şunları söylemişdir: «Allah'ın kudreti büyükdür. Zîrâ Suleyman (Aleyhisselâm)'in, hudhud'une ilim ve idrâk halk eden Allah,, cehenneme de konuşma âleti halk edebilir. Nitekim hudhud'a ilim halk ettiğini kitâb-ı kerîminde haber vermiş. Cehennemin de «Daha var mı?» diyeceğini hikâye etmişdir.»

Dâvûdî: «Bu hadîs cehennemin düşünüp, anladığına delildir. Filhakika cennetle cehennemden daha çok işiten hiç bir şey olmadığına dâir hadîs vârid olduğu gibi, cehennemin Peygamberimiz Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile konuşacağına keza mu'minle de konuşarak «Geç ey mu'min! Gerçekten nurun alevimi söndürdü.» diyeceği rivayet olunmuşdur. Bu bâbda daha başka sözler de söylenmişdir.

İkinci veçhe göre cehennemin şikâyeti lisân-ı hâl iledir. Kaadî Beyzâvî bu şikâyeti mecaza hamletmiş: «Cehennemin şekvası, galeyanından mecaz olduğu gibi kendi kendini yemesi de cuz'lerinin sıkışıp birbiri üzerine yığılmasından; nefes alması dahî görünen kısmın dışarı çıkmasından mecâzdır demişdir.

«Cehennemde sıcakla, soğuğ'un bir arada bulunması imkânsızdır. Çünkü soğukla sıcak biribirine zıddır; denilemez. Çünkü bâzı hadîslerde vârid olduğuna göre cehennemin bâzı taraflarında ateş, bâzı taraflarında da zemherîr vardır. Zemherîr, şiddetli soğuk demekdir. Sıcakla soğuğun bir yerde bulunması imkânsız değildir, zîrâ Teâlâ Hazretleri iki zıddı bir araya getirmeye muktedirdir. Bir de cehennem, âhiret umûrundandır. Âhiret umurunu, dünyâdakilere kıyâs etmek doğru değildir. Mamafih Arabistan'ın sıcağı; kutupların soğuğu düşünülürse soğukla sıcağın dünyada da bir yerde bulunduğu anlaşılır.

Harûr: Gece ve gündüz devam eden şiddetli sıcakdır. Yalnız gündüz devam edip geceleyin kesilen sıcağa semûm derler. «Harr» sâdece sıcak demekdir. Hadîs-i şerif de: «Ma'rûz kaldığınız harr yahut harûr da cehennemin nefesindendir» denilmişdir. Burada yâ Rftvt şekk etmişdir. Yahut Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu şekilde söylemişdir. Bu takdirde «Ev» kelimesi şekk değil, taksim ifâde etmiş olur.

Sahîh haberlerden anlaşıldığına göre, dünyâ ateşi de cehennem ateşinden yaratılmışdır. Yalnız İbni Abbâs (Radiyallahû anh)'ın beyânına göre üzerine yetmiş defa su serpilmişdir. Zîrâ böyle yapılmasa mahlûkâtın ondan istifâde etmesine imkân kalmazdı. Teâlâ Hazretlerinin ateşi yaratması dünyâ umuru onunla tamam olduğu içindir. Ateş, bize âhireti de hatırlatır. Bizi Allah'ın azabından korkutur.

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

1- Yazın sıcaklar şiddetlenince öğle namazım hava biraz serinleyinceye kadar geciktirmek mustehabdır.
2- Cehennem hâlen yaratılmışdır. Bu hadîs «Cehennem kıyamet gününde halk edilecekdir.» diyen Mu'tezile taifesi aleyhine delildir.
3- Şikâyet hayvanlarla, cansız şeylerden de tesavvur olunabilir. Nitekim Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in mucizelerinden olmak üzere hurma kütüğünün ve devenin şikâyetde bulundukları rivayet olunmuşdur.
4- Hadîsde serinliğe te'hîr edilmesi emir buyurulan namaz; öğle namazıdır.




CEHENNEM

2/ EL-BAKARA -24- Yok yapamadıysanız, ki hiçbir zaman yapamayacaksınız, o hâlde yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkârcılar için hazırlanmış ateşten sakının.
10/ YÛNUS -4- Dönüşünüz hep O’nadır. ALLÂH’ın vaad’i hakk’tır. Herşeyi ilk baştan yaratan O’dur. Sonra îmân edip sâlih amel işleyenleri hak ettikleri ölçüde mükâfatlandırmak için geri döndürecek olan yine O’dur. Kâfirlere de inkâr ettikleri için kaynar su’dan bir içecek ve acıklı bir azâb vardır.
7- Bize kavuşmayı ummayanlar, dünyâ hayâtına râzı olup onunla tatmîn bulanlar ve Bizim âyetlerimizden gâfil olanlar da vardır muhakkak.
8- İşte bunların kendi elleriyle ettikleri yüzünden varacakları yer cehennemdir.
15/ EL-HİCR -43- “Şüphesiz ki onların hepsine vaad edilen yer cehennemdir.”
44- “Cehennemin yedi kapısı vardır. O kapıların herbiri için birer grup ayrılmıştır.”
66/ ET-TAHRÎM -9- Ey Peygamber! Kâfirler ve münâfıklarla savaş, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer, ne de kötüdür!
67/ EL-MÜLK -6- Rablerini inkâr edenler için cehennem azâbı vardır. Ne kötü gidilecek yerdir o!
7- Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler.
8- Az daha öfkeden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara: “Size korkutucu bir Peygamber gelmemiş miydi?” diye sorarlar.
70/ EL-MEÂRİC -15- Hayır, o alevlenen bir ateştir.
16- Derileri kavurur, soyar.
17- Çağırır, sırtını dönüp gideni,
18- Mal toplayıp kasada yığanı.
74/ EL-MÜDDESİR -26- Ben onu Sekâr’a (cehenneme) sokacağım.
27- Bilir misin sen, nedir o sekâr?
28- Ne geriye bir şey kor, ne bırakır.
29- Durmadan derileri kavurur.
30- Üzerinde ondokuz (melek) vardır.
31- Biz o ateşin muhâfızlarını hep melekler yaptık. Bunların sayılarını da ancak kâfirler için bir imtihân kıldık ki, kendilerine kitap verilenler kesin bilgi edinsinler, îmân edenlerin de îmânı artsın. Kendilerine kitap verilenler ve mü’minler şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlarla kâfirler de: “ALLÂH bu misâlle ne demek istedi?” desinler. İşte böyle, ALLÂH dilediğini şaşırtır, dilediğini de yola getirir. Rabbinin ordularını ancak Rabbin bilir. Bu, insanlar için uyarıdan başka bir şey değildir.
77/ EL-MÜRSELÂT -29- (Kıyâmeti yalanlayanlara şöyle denir): “Haydin gidin o yalanladığınız şeye doğru.”
30- “Haydi gidin o üç çatallı gölgeye (cehenneme).”
31- O, ne gölgelendirir, ne alevden korur.
32- O, saray gibi kıvılcımlar atar.
33- Sanki o kıvılcımlar, sarı sarı (erkek deve sürüleridir).
81/ ET-TEKVÎR -12- Cehennem kızıştırıldığında
111/ EL-TEBBET -3- (O), alevli bir ateşe girecektir.
CEHENNEMLİKLERİN DURUMU
74/ EL-MÜDDESİR -40-41-42- Onlar cennetlerdedirler. Birbirlerine suçlular hakkında sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler: ‘Sizi Sekâr’a (cehenneme) ne soktu?’
43- Onlar şöyle derler: ‘Biz namaz kılanlardan değildik,
44- Yoksûla yedirmezdik,
45- Bâtıla dalanlarla birlikte biz de dalardık,
46- Cezâ gününü de yalanlıyorduk,
47- Nihâyet ölüm bize gelip çattı.’

The Mouth of Hell ( شَفَا حُفْرَةٍ ) Çukurun Dudakları
Yine siz, bir ateş çukurunun (Çukurun Dudakları ) tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. 3/ÂLİ İMRÂN-103



DERLEME : YAVUZ TELLİOĞLU 






Cennet ve cehennemin katları ve isimleri nelerdir?

Kur'an-ı Kerîm'de Cehennem'in yedi kapısının olduğu belirtilmektedir.

"Cehennemin yedi kapısı olup, her kapıdan onların girecekleri ayrılmış bir kısım vardır."(Hicr, 15/44).

Bu ayet iki şekilde tefsîr edilmiştir:

a. Cehenneme girecekler çok olduğu için;

b. Cezalandırma, azgınlığın çeşit ve derecelerine göre olacağı için Cehennem'in yedi kapısı veya tabakası vardır. Bu kapı veya tabakalar şunlardır:

1. Cehennem; yukarıda söz konusu edildiği şekilde Kur'an-ı Kerîm'in yetmiş yedi ayetinde geçmektedir.
2. Lâzâ (alevli ateş): "Hayrı' (Allah onu azabdan kurtarmaz) Çünkü o Cehenneın alevli bir ateştir" (Meâric, 70/15).
3. Saîr (pılgın ateş): "O şeytanlara (ahirette) çılgın ateş azabı hazırladık. " (Mülk, 67/5). Ayrıca on beş ayette daha bu isimle geçmektedir.
4. Sakar (kırmızı ateş): "Hem ey Rasûlüm bilir misin, nedir o sakar (Cehennem). " (Müddessir, 14/27)
5. Hâviye (uçurum): "O, kızgın bir ateştir " (Kâria, 101/9-11).
6.Hutame (kalbleri saran ateşli kaygı): "Şüphesiz o, Hutame ye (ateşe) atılacaktır." (Hümeze, 104/4).
7. Cahim (yanan kızgın ateş):

"Küfredenler ve ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar Cahim'in yarânıdırlar."(Mâide, 5/10).

Ayrıca Cehennem azabı sadece ateş değildir. Birçok azap çeşitleri vardır; birkaçı şöyledir:
1. Soğukla azap,
2. Yılan akrep gibi hayvanların sokması,
3. Başına topuzlarla vurmak,
4. Aç bırakmak,
5. Zakkum yedirerek bağırsakları parçalamak,
6. Vücutları büyültülerek azabın şiddetlendirilmesi,
7. İrinli su içirmek,
8. Gayya kuyusuna atmak,
9. Uçurumlardan yuvarlamak,
10. Zifiri karanlıkta azap,
11. Büyük azap veren pis kokulara maruz bırakmak,
12. Azapların her gün katlanarak çoğaltılması,
13. Sonsuza kadar azap edilmesi.

Kadızade Ahmed Emin Efendi buyuruyor ki:

"Cehennemde bir yere Zemherir denir, yani, soğuk Cehennemdir. Soğukluğu pek şiddetlidir. Bir an dayanılmaz. Kâfirlere, bir soğuk bir sıcak, sonra soğuk sonra sıcak Cehenneme atılarak, azap yapılacaktır."

Cehennemde çok soğuk Zemherir azapları bulunduğu, Kimya-i Saadet ve Dürret-ül-Fahire kitabında yazılıdır. Buhari, Müslim, İbni Mace ve diğer hadis kitaplarında, yazın sıcaklığı sıcak Cehennemin nefesinden, kışın soğukluğu da zemherir Cehennemin nefesinden olduğu bildiriliyor. (Örneğin: Buharî, Mevâkît: 9, Müslim, Mesâcid: 185-187; Tirmizî, Cehennem: 9.)

Reşahat kitabında deniyor ki: "Zemherir denilen soğuk Cehennemin azabı çok şiddetlidir."

Cennetin tabakalarının isimleri ve özellikleri

İbn Abbâs (r.a.)'dan gelen bir rivayette, Cennetin yedi tabakası olduğu haber verilmektedir. Bunlar, Firdevs, Adn Cennet'i, Nâim Cennet'i, Daru'l-Huld, Me'va Cennet'i, Daru's-Selâm ve İlliyyûn'dur. Bu tabakalardan her birinde, müminlerin yaptıkları iyi işler karşılığında girecekleri veya yükselecekleri derece veya mertebeler vardır.

İslâm literatüründe cenneti ifade etmek üzere kullanılan isimleri ve cennet tabakalarını şu şekilde sıralamak mümkündür:

1- Cennet: Ebedî saadet yurdunu ifade etmek üzere Kur'an'da, çeşitli hadislerde ve diğer İslamî eserlerde yer alan isimler içinde en çok kullanılan, içindeki bütün mekân ve imkânları kapsayacak şekilde muhtevası geniş olan bir terimdir. Kur'an'da 147 yerde geçmektedir. İslam literatüründe ebedî saadetle ilgili vaadler, özendirici anlatım ve tasvirler genellikle cennet ismi etrafında yoğunlaşmıştır. Diğer isimler tekil olarak kullanıldığı halde, cennetin çok sayıdaki ayette çoğul şekliyle de (cennât) yer alması, saadet yurdunun belli bir bölgesinin değil; tamamının adı olduğunu gösterir.

2- Cennetü'n-Naîm: 13 ayette geçmektedir. Arapça'da "refah, huzur, mutlu hayat" anlamına gelen nimet kelimesinden daha kapsamlı bir muhtevaya sahip olan naîm, insana mutluluk veren maddî ve manevî bütün güzellikleri ifade etmektedir. Buna göre cennâtü'n-naîm; mutluluklarla dolu cennetler manasına gelir.

"Beni cennetü'n-naîmin vârislerinden kıl" (Şuarâ: 26/85)

3- Adn cenneti: En belirgin anlamı ile ikamet etme, ikamet edilen yer demek olan adn, 11 ayette kullanılmıştır. Adn'in, cennetin belli bir bölümünün adı olduğu veya çoğul şeklinde kullanılışına bakarak onun tamamını ifade eden bir isim olduğu anlaşılır.

"Şüphesiz ki, iman edenler ve güzel amel işleyenler yok mu, işte onlar mahlukatın en hayırlısıdır. Onların Rableri katındaki mükâfatı, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da O'ndan râzı olmuşlardır. Bu, Rabbinden korkan O'na saygı gösterenler içindir." (Beyyine: 98/7-8)

4- Firdevs: Özellikle, içinde üzüm bulunan bağ bahçe anlamına gelir. İki ayette geçer. Firdevs, cennetin tamamını ifade eden bir isim olabileceği gibi, onun ortası, en yüksek ve en değerli bölgesinin özel adı da olabilir. "Şüphesiz, iman edip güzel amel işleyenler için barınak olarak Firdevs cennetleri vardır." (Kehf : 18/107)

5- Hüsnâ: İyilik yapanlara Allah tarafından daha büyük bir iyilikle karşılık verileceğini, ayrıca buna bir de ilave (ziyade) yapılacağını ifade eden Yunus 26. ayetindeki hüsnâ (daha güzel, daha iyi, en güzel, en iyi) kelimesinin cennet anlamına geldiği müfessirlerin büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmiştir. Ayetteki "ziyade"den maksat da, cennette Allah'ı görme şerefine nail olmaktır.

"Güzel davrananlara hüsnâ (daha güzel karşılık), bir de ziyade/fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir toz (kara leke) bulaşır, ne de bir horluk (gelir). İşte onlar cennet ehlidirler. Ve onlar orada ebedî kalacaklardır." (Yûnus: 10/26)

6- Dârüs's-Selâm: Maddî ve manevî âfetlerden, hoşa gitmeyen şeylerden korunmuş olma manasındaki selâm ile dâr/yurt kelimesinden oluşan bu terkip, iki ayette cennetin adı veya tabakası olarak zikredilmiştir. Cennetin esenlik yurdu olduğu şüphesizdir. Gerçek esenliğin ancak cennette bulunabileceği, sonsuz hayatın, ihtiyaç bırakmayan zenginliğin, zillete yer vermeyen şeref ve üstünlüğün, eksiksiz bir sıhhatin sadece orada mevcut olduğu anlaşılır.

"Halbuki Allah, Dârü's-Selâm'a çağırıyor ve O, dilediği kimseleri dosdoğru bir yola hidayet buyurur." (Yûnus: 10/25)

7- Dârü'l-Mukame: Asıl durulacak yer, ebedî ikamet edilecek yurt manasındaki bu terkip de cennete girenlerin Allah'a hamd ve şükür sırasında bulundukları mekân için kullanacakları bir tabir olmalıdır.

"O (Rab) ki lütfuyla bizi Dârü'l-Mukameye / asıl oturulacak yurda (cennete) yerleştirdi. Artık orada bize ne bir yorgunluk dokunacak, ne de orada bize bir usanç gelecektir." (Fâtır: 35/35)

8- Cennetü'l-Me'vâ:

"İman edip güzel amel işleyenlere gelince, onlar için Me'vâ cennetleri vardır." (Secde: 32/19)

Bu isimlerin dışında, "ev, konak, şehir, ülke" anlamlarına gelen "dâr" kelimesi, Kur'an'da dâru'l-huld (ebediyet / sonsuzluk yurdu), dâru'l-âhire (âhiret yurdu), âkıbetü'd-dâr, ukbe'd-dâr (dünya yurdunun sonu) terkipleriyle cennet anlamında kullanılmıştır.

Her ne kadar İbn Abbâs Cennet'in tabakalarını yedi ile sınırlandırmışsa da, ayetlerden anlaşıldığına göre, Cennet'in bir çok tabakası vardır. Burada İbn Abbâs'ın haber verdiği ve ayetlerde adları geçen Cennet tabakaları, Cennet'in en yüksek tabakalarıdır. Çünkü bu tabakalarda da bir çok tabaka vardır. Nitekim Allah Teâlâ'nın Nâim Cennetleri veya "Firdevs Cennetleri" şeklindeki çoğul ifade eden ayetleri buna delildir. Ayrıca Ümmü Hârise Hadisinde bu gerçek Hz. Peygamberin dilinden ifade olunmuştur. Ümmü Harise Bedir'de şehit olan çocuğu hakkında Hz. Peygamber'den bilgi almak üzere gelmiş ve ona Rasûlullah bir çok Cennet olduğunu belirterek, çocuğunun da "Firdevs-i Â'lâ'da" olduğunu söylemek suretiyle teselli etmiştir (Mansur Ali Nâsıf, et-Tâcü' el-Câmi' li'l-Usul, fi Ahadisi'r-Rasûl, İstanbul (t.y.), V, 4033).

Nitekim Müslim'in Ebû Sâid el-Hudrî'den rivayet ettiği hadiste de, Allah yolunda cihat edenlerin, cihatları sebebiyle Cennet'te yüz derece yükselecekleri, her derecenin arasının ise, yer ile gök arasındaki mesâfe kadar olduğu, Hz. Peygamber tarafından haber verilmektedir (Müslim, İmâre, 116). Hadiste sözü edilen dereceler konusunda ise şu ihtimaller öne sürülmüştür. Bu dereceleri zahiriyle anlamak mümkündür. Gerçekten söz konusu derecelerin, zahirinden anlaşıldığı üzere, birbirinden daha yüksek menziller (tabakalar) olması muhtemeldir. Buna karşılık, yükseklikten kasdın, Cennet'teki nimetlerin çokluğu, insanın veya bir başka yaratığın hiç aklına bile gelmemiş, gönlünden dahi geçmemiş iyiliklerin büyüklüğü veya çokluğu anlamında olması muhtemeldir. Zira Allah Teâlâ'nın mücâhide lutfettiği iyilik veya cömertlik türleri birbirinden çok farklıdır, birbirinden üstündür. Buna göre, nimetlerin fazilet (üstünlük) konusundaki farklılıkları uzaklık açısından yer ile gök arasındaki mesafe gibidir. Fakat el-Kadî Iyad (544/1149) birinci görüşü tercih etmiştir (en-Nevevi, Şerhu Müslim, Kahire (t.y.), XIII. 28).

Yine Buhârî'nin bir rivayetinde Hz. Peygamber, Allah yolunda savaşan mücâhidler için Cennet'te yüz derece (tabaka) hazırlandığını ve iki derecenin arasının yerle gök arası gibi olduğunu haber vermekte ve sözlerine devamla "Allah'dan istediğiniz zaman Firdevs'i isteyin... Çünkü Firdevs, Cennet'in ortası ve Cennet'in en yükseğidir (...). Firdevs'ten Cennet nehirleri doğar" buyurmaktadır. (Buhârî, Cihad 4)

Aynî, "Firdevs, Cennetin ortasıdır (vasatıdır)." cümlesini, Cennet'in en iyi yeri veya üstünü (efdali) olarak yorumlar ve bu görüşüne "Böylece sizi en hayırlı bir ümmet kıldık" (el-Bakara, 2/143) ayetinde geçen "vesetan" kelimesini delil getirir (el-Aynî, Umdetü'l-Kârî fî Şerhi Sahihi'l-Buhârî, İstanbul 1309, VI, 539). Çeşitli rivayetlerde Firdevs Cenneti'nin güzellikleri dile getirilmiştir. Diğer taraftan hadiste söz konusu edilen Cennet dereceleri arasındaki mesafelerin çeşitli rivayetlere göre "yüz senelik mesafe", "Beş yüz senelik mesafe" şeklinde değiştiğine işaret edelim (el-Aynî, aynı yer).

Bütün bu ayet, hadis ve âlimlerin yorumlarından Cennet'in birçok tabakası olduğu anlaşılmaktadır. Bu tabakalardan bazılarının daha yüce ve nimetlerinin daha güzel veya daha efdal olması sebebiyle isimleri bize bildirilmiştir. Firdevs Cenneti mertebece en yüksek olan Cennet tabakasıdır. (Ayrıca bkz. et-Taberi, Tefsir, Mısır 1954, XVI. 37-8)
 

.

13 Kasım 2016 Pazar

Kerahat vakitlerinde neden namaz kılınmaz:


 

  Kerahat Vakitlerinde Neden Namaz Kılınmaz?








 
İkindiden (Saat yaz/kış aylarına göre değişkenlik göstermekle birlikte yaklaşık 16:00- 18:00 arası) ve gece 03:00’dan sonraki uykuların verimi düşer ve %50 civarındadır. Yani gece geç saatlere kadar oturup 03:00’dan sonra yatan bir kişi öğlen 15:00’da uyansa bile 12 saatlik uyku uyumuş gibi gözükse de kendini 6 saat uyumuş gibi hisseder. Bu kişilere kendilerini nasıl hissettiklerini sorduğunuzda, yorgun ve günlerinin verimsiz geçtiğini belirtirler.
Öz kaynaklarımıza baktığımızda görüyoruz ki ikindi sonrası ( kerahat tabir edilen saatler) yaklaşık 16:00-18:00 arasında ki saat diliminde ki uyku zihin, bilinç, zeka üzerine olumsuz etki göstermektedir
                                 Kerahat vakitlerinde neden namaz kılınmaz:

– Güneşe tapanlar bu üç vakitte güneşe ibadet ederler. Onlara benzememek için.

– Şeytanların yayılmaları anından kaçınmak içindir. Çünkü Peygamber Efendimiz”sallallahü aleyhi ve sellem”
     “Şeytanların boynuzları güneş ile beraber doğar,güneş yükselince ayrılır,zevale gelince tekrar gelirler alçalmaya başlayınca ayrılırlar, batacağı sırada tekrar gelir ve battıktan sonra tekrar ayrılır” (Nesei,Buhari,Müslim)

İşte bu ve benzeri gibi bizim anyamadığımız ve ancak Allah’ın ve Resulunun bileceği bazı sebebler dolayısı ile, bu vakitler de namazdan menedilmiştir. (İmam Gazali’nin İhya-u Ulumi’d-Din)

İki türlü kerahet vakti vardır. Bunlardan bir tanesi, farz olsun, nafile olsun her türlü namazın kılınması mekruh olan vakitler. İkincisi ise, sadece nafile namaz kılmanın mekruh olup diğer namazların caiz olduğu vakitlerdir.

Kur’an-ı Kerim’de uykunun bir dinlenme ve istirahat vasıtası olduğu “Sizin için geceyi örtü, uykuyu istirahat kılan, gündüzü de dağılıp çalışma (zamanı) yapan O’dur.” (Furkan, 25/47) “Uykunuzu bir dinlenme kıldık” (Nebe, 78/9) ayetlerinde ifade edilir.
Uyumanın mekruh olduğu vakitlerde uyanık olmak, güzel şeylerle meşgul olmak sünnettir ve sevabı vardır. Ancak bu vakitlerde uyuyan kimse bu sevaptan ve bereketten mahrum kalsa bile günah işlemiş olmaz.
Gece dışında feylule, gaylule ve kaylule olmak üzere üç çeşit uyku vardır. (bk. Müşkilü'l-Âsâr, Tahavî, 2/13)

İkindi vakti ile akşam ezanı arası uyumak Feyluledir: ikindi namazından sonra, mağribe (akşama) kadardır. Bu uyku ömrün noksaniyetine, yani uykudan gelen sersemlik cihetiyle o günkü ömrü nevmalud (uykulu), yarı uyku kısacık bir şekil aldığından, maddi bir noksaniyet gösterdiği gibi, manevi cihetiyle de, o gün hayatının maddi ve manevi neticesi ekseriya (çoğunlukla) ikindiden sonra tezahür ettiğinden, o vakti uykuyla geçirmek, o neticeyi görmemek hükmüne geçtiğinden, güya o günü yaşamamış gibi oluyor. [11] Bu vakitte de uyumanın Zaralı olduğu konusunda da yine Dr. Aslan Mayda şu açıklamayı yapıyor. Saat 22:00’de tansiyon ve kalp atım sayıları düşer, saat 04:00’ten sonra tansiyon ve kalp atışlarında yükselme başlar. 15:00 ve 18:00 saatleri arasında da en üst seviyeye ulaşır. Dolayısıyla tansiyon ve kalp atımının yüksek olduğu ve hücrelerin en üst derecede metabolize olduğu ikindi vaktinde uyunmamalıdır. Aksi takdirde yüksek tansiyon ve kalp rahatsızlığına davetiye çıkarılmış olur. Üniversite de iken Yrd. Doç.Dr Abdülkadir Etöz Hocamız Din psikolojisi dersinde hangi saatlerin uyumak için verimli olacağı konusunda şunları anlatmıştı. Bir insan 3,5 saat uyuyarak 8 saat uyumuş gibi verim alabilir şöyle: akşam 22:00 ile 02:00 arasındaki uyku % 200 verimlidir. Yani bu saatler arasında 3 saat uyunduğunda 6 saat uyunmuş gibi olur. Gündüz ise 10:00 ile 13:00 arasındaki yani kuşluk vaktindeki uyku %400 verimlidir. Bu saatler arasında yarım saatlik uyku 2 saatlik uykuya karşılık gelir. Dolayısıyla gece 3 saat gündüzde 0,5(yarım) saat uyuyan bir kimse zahiren 3,5 saat uyumuş görünür. Gerçekte ise 8 saat uyumuş gibidir. Hiçbir uykusuzlukta hissetmez. İşte peygamber efendimiz bu şekilde uyuduğundan dolayı sabahlara kadar ibadet ediyordu. İşte her bir Sünneti seniyyenin altından binlerce hikmet çıkıyor. Keşke sünnete hakkıyla ittiba edebilsek.

Kaynak Linki : http://www.manevihayat.com/forum/konu/kerahat-vakti-uyumanin-zarari.7067/
İkindi vakti ile akşam ezanı arası uyumak Feyluledir: ikindi namazından sonra, mağribe (akşama) kadardır. Bu uyku ömrün noksaniyetine, yani uykudan gelen sersemlik cihetiyle o günkü ömrü nevmalud (uykulu), yarı uyku kısacık bir şekil aldığından, maddi bir noksaniyet gösterdiği gibi, manevi cihetiyle de, o gün hayatının maddi ve manevi neticesi ekseriya (çoğunlukla) ikindiden sonra tezahür ettiğinden, o vakti uykuyla geçirmek, o neticeyi görmemek hükmüne geçtiğinden, güya o günü yaşamamış gibi oluyor. [11] Bu vakitte de uyumanın Zaralı olduğu konusunda da yine Dr. Aslan Mayda şu açıklamayı yapıyor. Saat 22:00’de tansiyon ve kalp atım sayıları düşer, saat 04:00’ten sonra tansiyon ve kalp atışlarında yükselme başlar. 15:00 ve 18:00 saatleri arasında da en üst seviyeye ulaşır. Dolayısıyla tansiyon ve kalp atımının yüksek olduğu ve hücrelerin en üst derecede metabolize olduğu ikindi vaktinde uyunmamalıdır. Aksi takdirde yüksek tansiyon ve kalp rahatsızlığına davetiye çıkarılmış olur. Üniversite de iken Yrd. Doç.Dr Abdülkadir Etöz Hocamız Din psikolojisi dersinde hangi saatlerin uyumak için verimli olacağı konusunda şunları anlatmıştı. Bir insan 3,5 saat uyuyarak 8 saat uyumuş gibi verim alabilir şöyle: akşam 22:00 ile 02:00 arasındaki uyku % 200 verimlidir. Yani bu saatler arasında 3 saat uyunduğunda 6 saat uyunmuş gibi olur. Gündüz ise 10:00 ile 13:00 arasındaki yani kuşluk vaktindeki uyku %400 verimlidir. Bu saatler arasında yarım saatlik uyku 2 saatlik uykuya karşılık gelir. Dolayısıyla gece 3 saat gündüzde 0,5(yarım) saat uyuyan bir kimse zahiren 3,5 saat uyumuş görünür. Gerçekte ise 8 saat uyumuş gibidir. Hiçbir uykusuzlukta hissetmez. İşte peygamber efendimiz bu şekilde uyuduğundan dolayı sabahlara kadar ibadet ediyordu. İşte her bir Sünneti seniyyenin altından binlerce hikmet çıkıyor. Keşke sünnete hakkıyla ittiba edebilsek.

Kaynak Linki : http://www.manevihayat.com/forum/konu/kerahat-vakti-uyumanin-zarari.7067/

Gaylule uykusu, fecirden itibaren güneş tamamen doğup kerahet vakti çıkıncaya kadar geçen sürede uyumaktır. Bu zamanda uyumak sünnete uygun düşmez. Nitekim, Beyhakî’nin rivayet ettiği bir hadiste



Hz. Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz ise
"Şeytanların boynuzları güneş ile beraber doğar,güneş yükselince ayrılır,zevale gelince tekrar gelirler alçalmaya başlayınca ayrılırlar,batacağı sırada tekrar gelir ve battıktan sonra tekrar ayrılır" (Nesei,Buhari,Müslim)

Güneşin ucu görünüp iyice doğuncaya kadar kılacağınız namazı geciktirin. Güneş batmaya başlayıp iyice batıncaya kadar yine namaz kılmanızı geciktiriniz.” O vakitler, güneşe tapanların ibadet anlarıdır. Müslim, Salat-ül Müsafirin: 51; Ebû Davud, Salat: 5


Hz. Aişe annemizden rivâyet edilen bir başka hadis-i şerifte ise
Bekleyip bekleyip de güneş doğacağı ve batacağı zamanlara namaz kılmayı denk getirmeyiniz. Çünkü güneş şeytanın boynuzları arasından doğar ve batar.” (Müslim, Salat-ül Müsafirin: 51; Ebû Davud, Salat: 5

 

“Sabah namazından sonra uyumak rızka manidir.”
manasındaki bir ifadeye yer verilmiştir. (Beyhakî, el-âdâb, 1/276; Şarani, Levakıh-u'l-Envar, s. 295)
Bunun manası şu olabilir: Her günkü çalışma saatlerin sabah erkenden başlar. Çünkü insan o saatlerde daha dinçtir. Günün ilk saatleri olduğundan iş bulma, alışverişte bulunma, aradığı malı bulmak daha kolaydır.
Her günün bir rızkı var ve mukadderdir. Fakat o rızkın bir şartı da kişinin emeği ve çalışmasıdır. Çalışmanın erkenden başlamaması durumunda, rızkın bir şartı yerine gelmediği için, şartın meşrutu olan rızık da istenilen berekette olmayabilir.
 “İnsan için ancak kendi çalışmasının karşılığı vardır.” (Necm, 53/39)
mealindeki ayette çalışıp çabalamanın önemine işaret edilmiştir.
Bilindiği üzere, birçok iş kolunda sabahın erken saatlerinde işe başlamak rızkın bolluğuna ve berekete sebeptir. İnsanın işe motive olacağı en aktif zaman dilimi fecirden / imsak vaktinden, yani sabah namazının girmesinden sonraki zaman dilimidir. Bu dilim, uykuyla geçmemelidir. Çünkü o saatte uyumak işe geç başlamak demek olacaktır ki, bu da iş kaybı, emek kaybı, zaman kaybı, kazanç kaybı, performans kaybı gibi kazancı bereketlendiren birçok ana unsurun devre dışı kalması mânâsına gelecektir. Bereketsizliğin sebebi budur.
Fakat öte yandan kerahet vaktinde eğer iş ve yoğunluk uyumayı gerektiriyorsa, pekâlâ uyunabilir. Meselâ gece mesaisi yapmış birisi sabah namazını kıldıktan sonra kerahet vaktinin geçmesini beklemeden uyuyabilir, ve bu sünnete aykırı düşmez. Çünkü adam günlük mesaisini yapmış, sabah namazını da kılmış, kerahet vaktinin geçmesini beklemeye artık dinî bir sebep yoktur. Burada "kerahet vakti" sadece bir zaman ismi olarak zikredilmiştir. Yoksa mutlak derecede uyku yasağı getiren bir zaman parçası olarak gelmemiştir.
Feylule uykusunda da aynı durum söz konusudur. İkindi namazından sonra güneş tamamen batıncaya kadar geçen zaman dilimi, yine bir çok iş kolu için en verimli zaman dilimidir. Bu saatte uyumak rızkı da, ömrü de noksanlaştırır. Çünkü insanın günün verimini muhasebe edeceği, ölçüp tartacağı, yarınki gün için yeni plânlar yapacağı, hayat için yeni moral ve motivasyon bulacağı bu zaman diliminde uyumak insanı bütün bu neticelerden genellikle mahrum bırakır. (bk. Nursi, Lem'alar, s.269)
Bir hadiste Hz. Peygamber (asm)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: “Kim ikindiden sonra uyur da aklına bir noksanlık arız olursa, ancak kendini kınasın.”(Keşfu’l Hafâ, Aclûnî, II, 284; Müsnedü Ebî Ya’la, VIII, 316). Ancak bu, rivayet meşhur hadis kaynaklarında yer almamaktadır. Bazı adap ve mev’iza kitaplarında da, ikindiden sonra uyumanın hoş bir tutum olmadığı ifade edilir. (bk. Muhammed b. Ebû Bekir, Şir’atü’l-İslâm, 502)
Buradaki uyku sakındırmasının da kerahet vaktine denk gelmesi ile ilgisi yoktur. Zaman dilimi bakımından sakıncalı görülmüştür. Fakat şüphesiz bunun da istisnası vardır: Meselâ, gündüz boyu aralıksız yoğun bir çalışma gösterip akşamdan sonra gecenin bir vaktine kadar yeniden yoğun bir çalışmaya girecek birisi için, eğer bu vakitte biraz boşluk söz konusu olursa, bu kişinin bu vakitte bir miktar kestirmesinde dinen bir sakınca olmaz.
Görüldüğü gibi gaylule ve feylule uykuları kerahetle ilgili olarak değil, fakat çoğunluk için zaman dilimi olarak sakıncalı bulunmuştur.
Kaylule uykusu olan kuşluk vaktinden öğle sonrası vakte kadar güneşin en hararetli olduğu zaman dilimi içinde yarım saat kadar uyumak ise sünnette tavsiye edilmiştir. Bu tavsiyeyi öğle öncesi giren kerahet vakti delemez. Yani kerahet vakti geldi diye sünnet olan öğle uykusunun yapılamaması söz konusu değildir. Çünkü esasen kerahet vakitlerinde sadece namaz kılma yasağı vardır. Bunun da gerekçesi hadiste açıklanmıştır. Hadisçe bunun gerekçesi, o vaktin, kâfirlerin güneşe secde ettikleri vakit oluşudur. (Müslim, Salatül Misafirin, 294)
O halde kerahet vakitlerinden olan sabah fecirden kerahet vakti çıkıncaya kadar ve akşam gün batarken uyumanın mekruh görülmesinin, bu vakitlerin kerahet vakti olması ile ilgisi yoktur. Bunun gerekçesi, sadece insan fıtratının bu vakitlerde daha performanslı oluşu ve bu performansı negatif olarak uykuda öldürmeyip pozitif mânâda değerlendirme gereğidir. Bu durumda kaylule uykusu olan öğle uykusu, öğle öncesi kerahet vaktinde yapılabilmektedir.
Kaylule uykusunun tavsiye edildiği saat ise, kaba kuşluktan ikindi öncesi zamana kadar geçen saattir. Bu saat kişiye ve iş yoğunluğuna göre ve kişiye özel olarak değişebilmektedir. Belirli bir saat verip itaat ehlini saatle sınırlandırmak doğru değildir.
Demek ki, son zamanlarda gittikçe artan bereketsizliğin ve başarısızlığın bir hikmeti, hadislerde de ifade edildiği gibi Müslümanların çalışma saatlerini uyuyarak geçirmeleri olabilir. Maalesef günümüzde yaşam şartları, bazı alışkanlıklar, gelenek ve görenekler "erken uyumanın düşmanı" olarak insanın karşısına dikilmiştir. Bu düşmanları alt edip, mümkün mertebe erken yatıp, teheccüd namazına kalkmak, daha sonra güneş doğmadan önce sabah namazına dinç olarak uyanmak ve ondan sonra yatmayıp çalışmaya başlamak lazımdır. Zinde, dinç, çalışkan oluşlarına hepimizin şahit olduğu dedelerimiz ve ninelerimiz böyle yaparlardı.
Bu güzel âdet yok olunca, sağlık da, bereket de, huzur da yok oldu.
Aynı güzel adetleri yaşatmak, maddi ve manevi huzuru yakalamak için bir bahar çiçeği gibi açmaya çalışmalıyız... Diğer çiçekler de açılacak ve bahar gelecektir işallah



UYKU BOZUKLUKLARI

UYKU PROBLEMLERİ
3,5 saat uyuyarak 8 saatlik uyku verimi alabilirsiniz.
                                                                                    “Marifet geç yatmakta değil erken uyanmaktadır”
                                                                                      “Günün bereketi ve verimi gece de saklıdır”
                                                                                                                                   Dr. Ceyhun NURİ 
İnsomnia / Uyuyamama hastalığı, bir uyku sorunudur. Genel anlatımla uykuya dalma veya gece boyunca uyku halini sürdürememe olarak izah edilebilir.Eğer bir kaç geceden daha fazla sürer ise uykusuzluk fizyolojimizi etkileyerek patolojik sonuçlara yol açabilir.
İnsan hayatını gözden geçirirsek göreceksiniz ki ömrünün yaklaşık üçte birini uykuda geçiriyor. Uyku ve uyanıklık bedenimizin dinlenmesi, hormonlarımızın salgılanması ve beynimizin tekrar verimli çalışabilmesi için zorunlu bir döngüdür.
Beslenme kadar uykunun önemi anlaşılamamış olsa da. Depresyondan, kalp krizine, damar tıkanıklığından, iktidarsızlığa kadar daha birçok hastalığın oluşmasının altında uyku problemlerinin yattığını belirtmek isterim.
Dünyanın birçok fiziksel kanunu vardır (yerçekimi vs.). Ama hayatımızı düzenleyen en önemli güç ve enerjilerden biri, fotonlarla bizlere ulaşan güneş enerjisidir. Bu enerji istisnasız tüm vücut hücrelerine (kemik, damar, cilt vs.) tesir etmektedir. Kanımız da ki hemoglobine baktığımızda, bitki içerisinde ki güneşle sıkı bir bağ içerisinde olan klorofil maddesi ile yakın bir yapısal benzerlik gösterdiğini çok rahatlıkla görebiliriz.
Ancak bizim güneşe olan ihtiyacımız kadar karanlığa da şiddetli ihtiyacımız vardır.
Uyku ve Rüya gün boyu belki de hayat boyu bilinçaltımızda depoladığımız bilgilerin serbest bir şekilde uçuşması ile hayatımızdan bir kısım karelerin bilemediğimiz bir düzen içerisinde bir araya getirildiği ve bizimde o anda onları seyre daldığımız bir süreçtir.
Halen uyku esnasında gerçekleşen süreçleri çözemiyor olmamıza rağmen, uykunun üzerimizde ki etkilerini net bir şekilde bilmekteyiz. Örneğin kâbus görerek uyanan bir insanın kalp çarpıntısı, nefes alıp vermesinin hızlanması, gün boyu sersemlik ve yorgun olduğunu hepimiz belki de defalarca yaşamışızdır.
İşte, dinlenemeden kalktığımız uyku sonrasında ki günlük aktivitelerimizin etkilenmemesi için uyku kalitemizi nasıl artırabiliriz. Bu sorunu cevabını beraber keşfedecez.
Uyku fizyolojisi
Uyku iki kısma ayrılır. Bilinç düzeyimiz de ki değişikler bu iki düzey arasında değişir. Non-REM ve REM olmak üzere iki uyku evresi tanımlanmış.
Non- Rem Uyku
Non-REM Uykusu 4 aşamadan oluşur.
Evre 0: Uyanıklık durumu değişmeye başlar.
Evre 1: Uyku bastırmaya başlar. Bu esnada kişi uyandırılırsa kişi uyumadığını, uyanık olduğunu söyler.
Evre 2: Kişi uyandırıldığında uykuda olduğunu fark edecek kadar uykuda kalmıştır.
Evre 3-4: Beyin dalgaları iyice yavaşlamıştır.
REM Uykusu
Ağır uyku dönemi olarak bilinir
Rüya görmeye başladığınız evredir.
Hızlı göz Hareketleri Başlar.
Paradoksal Uyku olarak da bilinir.
Yaş ilerlemesi ile birlikte REM uykusunda geçen süre azalır( Yaşlıların hafif uykusu)
Uykumuz bu döngülerin gece boyu 4-5 defa tekrarlanması il devam eder.
Uyku Fizyolojilerine göre insanlar ikiye ayrılır
Ne kadarda Yaradan’ımız gece dinlenelim, gündüzünde çalışıp, iş yapmamız için gece gündüzü düzenlemiş olsa da. Uyku ritmi bizim yaşam ritmimizle çok yakından alakalıdır. Aslında uyku problemi olan kişiler uyku ritminin dışına çıkan kişilerdir. Yani yine biz hata yapıyoruz. Uyku düzenlerine göre insanların fizyolojileri de değişmek ve bu süreçlere ayak uydurmak zorunda kalır. Buna göre insanlar sabahçı ve akşamcı tipler diye ikiye ayırabiliriz.
Sabahçı tipler sabahın erken saatlerinde zinde uyanır, öğlene kadar enerjileri dolu bir vaziyette çalışır, saat 15;00’den sonra da enerjileri azalmaya başlar. Akşam olunca da erken yatar ve ertesi gün tekrar güne dinç başlarlar.
Akşamcı tipler ise o seher vaktini uyuyarak geçirirler, öğlene doğru isteksiz olarak zorla yataktan çıkarlar. Güne sersem, hareketleri yavaş ve isteksiz olarak başlarlar. Bunlar çok iştahsız, yemek istekleri hiç yoktur. Saat 15:00’ kadar kendilerine gelemezler. Sonra yavaş-yavaş dinamizmleri gelmeye başlar ve en iyi çalışma saatleri akşamdır. Bu tipler uyku ritimlerini kaçıran ve genelde 03:00-04:00 arasında uykuya dalan insanlaradır. Uyku-uyanıklık ritmi ters döndüğü için fiziki ve psikolojik sıkıntıların da eşlik ettiği uykusuzluk çeken tiplerdir bunlar. Vardiyalı çalışan insanlar, küçük bebekle geceyi geçiren anne-babalar, geç saatlere kadar ders/ iş çalışanlar, bazı bölgelerde ki coğrafi şartlarda uyku durumunu etkileyen önemli sebeplerdendir.
Rabbimiz insana birçok şartlara uyum gösterebilmemiz için biyolojik saatleri ayarlama hususiyeti vermiştir. Aksi takdirde yaşam sürdürülemez. İşte eğer bu biyolojik saatlerin (Sirkadiyen ritm) ayarı yapılmaz ise bu kişilerde, gecikmiş uyku devresi sendromu başlar.
Uyku gıda gibi bir ihtiyaçtır.
Gece uykusu mu, yoksa gündüz uykusu mu? Gündüz uyunacak ise, ne zaman ve ne kadar uyumalıyız? Günün karanlık dönemini komple uyku ile geçirelim mi? Vücudumuzun biyolojik saatlerine göre hangi saatte hangi hormonları salgılanıyor? Bu biyolojik aktif saatlerin hangilerinde uyuyalım? Bu sorulara cevap verilim şimdi: 
Vücut ısısı ve Uyku
İnsanın vücut ısısı 36,5- 370 C arasında seyreder. Bu ısı günün saatlerine göre değişkenlik gösterir. Uyku isteği ve arzusunda ki değişkenlik vücut ısısının iniş çıkışları ile yakından alakadardır.
Saat 16:00’dan itibaren vücut ısısı düşmeye başlar. Vücut ısısının en yüksek seviyeye ulaştığı ikindi vakti uyunduğu takdir de, uyku ihtiyacı daha da arttığı ve bir uyarıcı unsur olmadığı durumda ertesi gün sabaha kadar derin uyku halinde geçirebilir insan.
Saat 18:00-06:00 arasında vücut ısı düşüşü hızlanarak devam eder.
Saat 01:00-04:00 arasında ise vücut ısısı en düşük seviyeye ulaşır. Vücut ısısının düşmesi
uyku halinin tetiklenmesinde en önemli etkenlerin başında sayılmaktadır.
Saat 06:00’da ise vücut ısısı tekrar yükselme başlar
Uyku, Uyanıklık ve Hormonlarımız
Doğu tıbbının öğretilerine baktığımızda görüyoruz ki kışın nasıl ki zıddı yazdır, sıcağın değeri soğuk ile bilinir, hayat ölümle bilinir, yani bir gerçeğin var olabilmesi için zıddının da var olması gerekiyor. İşte nasıl ki güneş ışıkları olmadan hayatımızı devam ettiremeyiz, aynı şekilde karanlık olmadan da hayatımız çıkmaz sokağa girer. Ying Yang denen modelin aslında özeti budur.
Fizyolojimizi ayarlayan hormonlara baktığımızda bu müthiş dengeyi hemen fark ederiz. Yaradan geceyi dinlenelim, gündüz ise hayat mücadelemizi devam ettirelim diye sabahın ilk ışıkları ile birlikte canlılığımızı enerjimizi dorukta tutmamıza yardımcı olan kortizol hormonunun kanda ki düzeyini hızla yükseltir. Akşam evimize yorgun, yıpranmış olarak döndüğümüzde bu hormon gerilerken, yerini onarım, gelişme işini üstlenecek büyüme ve melatonin hormonuna bırakır. Bedenimiz deki bütün işleyişlerin dengesi bu hassas bir şekilde ayarlanmış hormon değişim döngüsüne bağlanmıştır.
Şimdi bu hormonları biraz yakından görelim:
KORTİZOL
Beden dengemizi sağlayan, alerjik reaksiyonları önleyen, ateşi düşüren ve günümüzü zinde geçirmemizi sağlayan Kortizol hormonu saat 02:00 -03:00 arasında yükselmeye başlar, sabah erken saatlerde 06:00 civarında kanda ki seviyesi en yüksek seviyededir. Vücut ısısının bu saatlerde en düşük sevilerde olmasının nedeni bu hormondur.  Günün saatleri ilerledikçe seviyesi de giderek düşme eğilimi sergiler ve gece saat 23:00’te en düşük seviyeye ulaşır.
Kortizolün etkileri:
-Glikoz yapım sürecini hızlandırırken, hücrelerde glikoz kullanım hızını artırır.
-En önemli etki veya aşırı salgılandığında zararlı tepkisi lökositlerin ( akyuvarların) sayısını ve etkilerini azaltmasıdır. Bedene bir yabancı mikroorganizma girdiğinde bunlara karşı tepki göstermesi gereken lökositlerin sayısının düşmesi ve buna vücut ısısının düşmesinin eklenmesi ile birlikte hastalığa yakalanma riskleri de beraberinde artmaktadır. Bu vücut tepkisinin düzenlenmesi için saat 02:00-03:00’den sonra, özellikle de kortizolün en yüksek seviyeye çıktığı saat 06:00’dan önceye denk gelen zaman aralığında uyanık olmak gerekir. Kortizolün salgısını bu saatlerin dışın da ki bir saate kaydırmak için10:00 ile 13:00 arasında uyku ile telafi edilmesi daha doğru olacaktır. Metabolizmanın ve vücut ısısının yüksek olduğu saatlerde kısa süreli uyumak kortizol salınımını azaltılması ile zararlı etkisi giderilmektedir.
MELATONİN
Epifiz denen beyin bölgesinden salınımı olan bir hormondur. Yaşla birlikte bu hormonun salınımı azalır(Melatonin düzeyleri 35-40 yaşlarına kadar sabit kaldıktan sonra azalmaya başlar).
Saat 18:00’da salınımı başlar ( Yani karanlıkların başlaması ile birlikte)
Büyüme hormonunu artırıcı özelliği olan, vücut sağlığının ve cinsel gücün idamesinde, ergenliği başlatıcı ve uykunun tetiklenmesinde önemli görev üslenen Melatonin hormonu 21:00- 05:00 saatleri arasında salınım gösterir. 02:00-04:00 arasında pik yaparak en üst düzeye ulaşır. Saat 06:30 civarlarında en düşük seviyeye geriler. Bu hormonun salınımı karanlıkla başlar aydınlıkla son bulur.
Melatonin Hormonunun üretimi yaz aylarında azalırken, kış aylarında üretimi artar. Kış aylarında gecelerin uzaması, güneş ışığının azalması bu hormonun üretimini tetitkleyen unsurlardır. Yaz aylarında ise güneşten alarak istifade ettiğimiz ışık arttığı için, gözün ağ tabakasından hipofiz bezimize gönderilen ışığın artması melatonin üretimini azaltır.
Melatonin Etkileri:
-Uykunun başlaması ve sürdürülmesinde etkin rol alır
-Vücut ısısının düşmesi, aşağı çekilmesine neden olur
-Ergenliğin başlaması üzerine etkili. Ergenlik yıllarına yaklaşan çocukların kanlarında melatonin seviyesi yükselmeye başlar, ergenlikten hemen önce kanda ki seviyeleri hızla azalır ve ergenlik dönemi başlar.
-Üreme üzerine etkili. Doğurganlığı artırıcı özelliği vardır.
-Vücutta ki toksinlerin nötralize edilmesinde antioksidan rol oynar. Bilinen en güçlü antioksidanlardandır. Enflamasyonu azaltıcı yönde tesir eder.
-Melatonin tüm vücut hücrelerine girebilen bir hormondur. Genetik bilgiyi (DNA) taşıyan hücre çekirdeğini korur. Hasar gören hücrelerin rejenerasyonun da (tamir) rol oynar.
Melatoninin en yüksek seviyesini yakalamak için saat 22:00’da uyunup saat 03:00’de kalkmak gerekir. Bu saatte uyanmak psikosomatik dengenin sağlanması, enfeksiyona karşı immün direncin artması ve yüksek miktarda cinsiyet hormonlarının (gonodatropin) salgılanmasına neden olur.
Not: Odalarda gece lambalarının yakılması Melatonin hormonun salınımının engellenmesine neden olabilir. Aydınlık saatlerin uzaması veya aniden ışığın olduğu yere çıkılması Melatonin Hormonun üretimini durdurur. Görme engelli kişilerde bu hormonun daha yüksek olması nedeni ile kanser görülme risklerinin daha düşük olduğu tespit edilmiş.
Sadece belirli mevsimlerde üreme yapan bazı hayvanların deneysel olarak epifiz bezleri çıkarıldığında üreme kabiliyetlerinin kaybolduğu görülmüştür.
Melatonin hormonunun salgılanmasının azalması durumunda vücut direnci hızla düşer, hücreler yeterince yenilenemez. Bedenimizin biyolojik saatleri ayarlanamaz ve uyku ritmi bozulur. “Jetlag” diye tanımlanan, genellikle kıtalar arası uzun uçuşlardan sonra hormon salınım düzeni bozulabilir. Bu insanlarda uykusuzluk, iştahsızlık, yorgunluk hissi, karında şişlik, sindirim sistemi düzensizlikleri, fiziksel enerji düşüklüğü, reaksiyon/tepkilerde yavaşlama, hafıza ve konsantrasyonu toplamada güçlük yaşanabilir.
Gece hayatı yaşayan, geceleri sürekli aydınlık ortamlarda bulunan insanların melatonin seviyeleri hızla düşer.
Depresyon ve ruh çöküntüsü gibi durumlar melatonin hormonunun üretimini olumsuz yönde etkileyen durumlardandır.
ADRENALİN
Salgılanma saatleri
Uyku ile birlikte adrenalin seviyesi düşmeye başlar. Gece yarısı en düşük seviyelere geriler.
Saat 04:00-06:00 arası yükselmeye başlar
Saat 12:00’ye kadar yükselmeye devam eder
Not: Adrenalin salındığı saatlerde uyku fizyolojimiz üzerine olumsuz etki gösterir. Gündüz saatlerinde ki uykuda adrenalin ve güneş ışığının etkisi ile derin uyku sağlanamıyor.
Adrenalinin etkileri:
-Kalp atım hızını artırır
-Yağ parçalanmasını( Lipoliz) sağlar
-Karbonhidrat yakılmasını (Glikoliz) sağlar
-Sempatik İnnervasyon Aktivasyonu sağlar.
Sempatik Aktivitenin etkileri:
-Göz bebeklerimizin (İrislerin) genişleterek, ışığın daha fazla girişine neden olur.
-Ter bezlerinden ter çıkışını artırır
-Kas liflerinin kasılmasını artırır
-Glikoz metabolizmasını hızlandırarak, yakıt olarak kullanılan glikozun serbest kalmasını sağlar
-Mental aktivitede artışa neden olur
Bu bilgiler ışığında özellikle güneşin doğuşundan sonra saat 12:00’a kadar uyku verimsizdir
PEPTİD
Saat 21:00- 22:00’den sonra beyinde peptidler çoğalmaya başlar.
Peptidlerin etkileri:
-Derin ve daha uzun uyku uyumamıza yardımcı olurlar.
-Uyku esnasında nöronlar arasında elektriksel sinyal aktarımında artıma neden olurlar.(Gün için de gelişen olayların hafızaya kaydedilebilmesi için bu sinyal artışına ihtiyaç vardır). Uyku dönemlerinin (REM / Non-REM) şuurlu ve şuursuz hafıza üzerine tesir etmektedir. İşte bir bilgiyi öğrenme esnasında aktifleşen nörolojik aktivite, uyku esnasında tekrar aktifleşmektedir. Bu aktifleşmeyi Zif268 adı verilen gen sağlamaktadır (Nature Neuroscience dergisi). Beyin deki peptid artışı da bu gene bağlıdır.
UYKU VE YEMEK
Açlık ve tokluğumuzu ayarlayan merkez Hipotalmustur ( Beyinde bir bölge)
Çoğu insan gün boyu durmadan, yorulmadan hatta yemek yemeden çalışırken, yemek yedikten sonra özellikle de akşam yemeğinden sonra üzerlerine yorgunluk çökmesi, uyku, şişkinlik gibi şikâyetlerle karşılaşır. Neden yemek sonrasında insanlar ağırlaşırlar? Problem nerede? Hatamız nerede?
En önemli etken uzun süren açlık sonrası aniden ağır ve hızlı yemek tüketimi bu durumu provake ediyor. Örnek verecek olursak: Akşam eve saat 20:00’de geliyorsunuz yani yaklaşık 7-8 saatlik açlık sonrasında. Kan şeker seviyemiz normalde yemekten 4 saat sonra düşmeye başlar. Ve siz kan şeker seviyenizin en düşük olduğu, midenizin en acıktığı noktaya geldiğinde yemeğin önüne oturuyorsunuz. Bu durumda kan şeker seviyeniz hızla artmaya başlar, bu duruma tepki olarak kanımızda hızla insülin seviyesi yükselmeye başlar, netice de kan glikoz seviyesi tekrar aşağı çekilmeye başlar. Kan şeker düzeylerinde ki hızlı iniş çıkışlar fizyolojimiz üzerine olumsuz etki göstermeye başlar ve yorgunluk, uyku hali, tatlı isteklerinde artış gibi olumsuz durumlar oluşur.
Akşam yemeğinde karbonhidrat ağırlıklı besinlerin tüketimi ( beyaz ekmek, makarna, pilav, hamur işi gibi vs.) aynı şekilde kan glikoz düzeyini hızla yükseltip ardından insülin yükselmesi neticesinde kan şeker düzeyinin düşmesi ile sonuçlanır. Bu durum da yorgunluğu, şişkinliği, uykuya meyli artırır. Bu yüzden yemek tercihimizi yaparken glisemik indeksi düşük, lifli menüleri tercih etmeniz daha doğru olacaktır.
Geç saatte meyve ve çerez gibi atıştırmalıklardan kaçınmak gerekir.
UYKU SAATLERİMİZİN HASTALIKLAR ÜZERİNE ETKİLERİ
Bedenimizde ki kan basıncını ve kalp atım sayısını inceleyelim
Akşam saat 22:00’da Kan Basıncı ve Kalp atım sayısı düşer
Gece saat 04:00’ten sonra Kan Basıncı ve Kalp atım sayısında yükselme başlar
Gündüz saat 15:00- 18:00 saatleri arasında ise bu değerler en üst seviyeye ulaşır.
Şimdi bu bilgiler ışığında kan basıncının ve kalp atımının en yüksek seviyelere ulaştığı saatlerde uyumaya kalkmak Hipertansiyon, Kalp Ritm Bozukluğu, Kalp dolaşım Bozukluğu gibi daha birçok hastalığa davetiye çıkarmak demektir. Bu vaktin aynı zamanda ikindi namazından sonra ki kerahat vaktini de kapsadığı için, ayrıca dinimiz de bu saatlerde ki uykuyu uygun görmemiştir. Bunun yerine saat 11:00-13:00 arasında kısa bir öğle uykusu tavsiye edilmektedir.
3,5 SAATLİK UYKUDAN 8 SAATLİK UYKUNUN VERİMİNİ ALABİLİRSİNİZ.
Modern dünya durmadan daha az uyuyarak nasıl dinamik ve zinde kalınacağının yollarını araştıra dursun. Biz zaten bunu biliyoruz. Nereden mi? Anlatayım:
22:00- 03:00 saatleri arasında derin uyku diye adlandırabileceğimiz, beyin dalgalarının en alt seviyede salınım sergiledikleri ve uyku veriminin %200 seviyelerinde olduğu bir dönemdir. Yani bu aralıkta ki üç saatlik uyku 6 saatlik uyunmuş gibi kabul edilir.
10:00-13:00 saatleri arasında ki, yani kuşluk vaktinde ki uyku verimi ise %400 seviyelerine ulaşır. Bu saat dilimleri arasında ki yarım saatlik bir uyku insanı 2 saat uyku uyumuş gibi zindelik kazandırır.
Sonuçta gece üç, gündüz ise yarım saatlik uyku, 3,5 saatlik uyku gibi gözükse de insana 8 saatlik uyku zindeliğini kazandırır. Ve hiçbir uykusuzluk da hissetmez.
HASTA EDEN UYKU SAATLERİ
İkindiden (Saat yaz/kış aylarına göre değişkenlik göstermekle birlikte yaklaşık 16:00- 18:00 arası) ve gece 03:00’dan sonraki uykuların verimi düşer ve %50 civarındadır. Yani gece geç saatlere kadar oturup 03:00’dan sonra yatan bir kişi öğlen 15:00’da uyansa bile 12 saatlik uyku uyumuş gibi gözükse de kendini 6 saat uyumuş gibi hisseder. Bu kişilere kendilerini nasıl hissettiklerini sorduğunuzda, yorgun ve günlerinin verimsiz geçtiğini belirtirler.
Öz kaynaklarımıza baktığımızda görüyoruz ki ikindi sonrası ( kerahat tabir edilen saatler) yaklaşık 16:00-18:00 arasında ki saat diliminde ki uyku zihin, bilinç, zeka üzerine olumsuz etki göstermektedir.
İSLAMİ KAYNAKLARDA UYKU
Yukarıda üzerinde durduğumuz bilimsel veriler ışığında Peygamber Efendimizin(sav)’in uyku düzeninin ne kadar bilimsel bazlı olduğunu kolaylıkla fark edeceksiniz. Peygamberimiz yatsıdan sonra istirahate çekilirmiş, ardından gece kalkarmış. Sonra sabah namazı ve ardından kerahat saatinin ( yaz kış değişkenlik gösteren bir saat) yaklaşık 05:00-07:00 arası çıkmasına kadar uyumazmış. Öğle namazından sonra kaylule adlandırılan uyku ile istirahate çekilirmiş. Bu uyku yaklaşık 30-60 dk bir istirahatten ibaretmiş.
Aynı şekilde ikindi ile akşam namazı arasında ki 45dk- 60dk saat diliminde uyumazmış.
UYKU DÜZENİNİ ÖZETLERSEK
Akşam Yatış (Yaklaşık 22:00 civarı)
Gece Kalkış (Yaklaşık 02:00-03:00 civarı)
Öğlen uykusu (Yaklaşık 11:00-13:00 civarı)
SONUÇ
Akşam kortizol hormonun düşmesi, melatonin yükselmesi, gece kan basıncının ve kalp atımlarının düşmesi, parasempatik aktivasyonun da artması ile gece yarısı büyüme hormonu ve prolaktin hormonu salınır. Bu nedenle saat 22:00- 03:00 arasını yani yaklaşık gecenin üçte birini uyku ile geçirmek gerekir. Kortizolün yan etkisinden korunmak, melatoninden yaralanmak, kalp atışlarının ve adrenalin yüksekliğinden korunmak için 02:00-04:00 saatleri arasında uyanık olmak gerekir. Atalarımızın da dediği gibi: “ Yataktayken Güneş Üzerinize Doğmasın.” Vücut sıcaklığının ve sempatik sinirsel aktivasyonun arttığı öğleden önce ( Gün doğumu, Sabah kerahat vakti) ve öğleden sonra saat 15:00-18:00’da (İkindi kerahati) uyunmamalı. Enerjinizin, fiziki aktivitenizin azaldığı ve yorgunluğun arttığı saat 11:00-13:00 arası 30-60 dk uymanız daha doğur olacaktır.
CEYHUN NURİ’NİN TEDAVİYE YAKLAŞIMI
İlaç olarak Melatonin hormonu alınması dikkat gerektirir. Çünkü karanlıkta salınması gereken bir hormonu aydınlık saatlerde ilaçla kanda ki düzeyinin yükseltilmesi ön göremeyeceğimiz başka problemlere kapı açabilir. Dolayısıyla doğal süreçlerin desteklenmesi daha doğru bir yaklaşım olur.
Uyku Bozukluğunun tedavisi sadece fiziksel bir kısım şartların yerine getirilmesi ile çözülecek bir durum değildir.
İnsanın fiziksel bedeni olduğu gibi duyguları, bilinçaltı ve ruh gibi bedenleri de vardır. Şikâyetlerin giderilmesi için bu dört yapıyı da etkilemek zorundayız.
Uyguladığımız tedavi sonrasında uyku hormonu olarak bilinen melatonin hormonunun salgılandığı pineal bez regüle edilmekte. Beyinden endorfin hormonunun salınımı artırılarak stres ile savaşma kabiliyetimiz güçlendirilmekte. Uygulanan özel solunum egzersizleri ile beyin yarım kürelerinin ve bütün vücudumuzun oksijen kapasitesi artırılmakta.
Uykusuzluk problemlerinde genellikle birçok tedaviyi birlikte yürütmek gerekir (Akupunktur, Bitkisel tedavi, Ozon Tedavisi, Hacamat, Solunum Terapisi)
DR.CEYHUNNURİ’NİN TAVSİYELERİ:
-Karanlık ortamda ki uyku tercih edilmeli. Perdelerin kalın ve ışığı yansıtmayacak koyu renkte olmasına dikkat edilmeli.
-Televizyon karşısında uyumamalıyız (Ani aydınlık ve renk karelerinin hızlı geçişleri salınım ritmini olumsuz yönde etkilemektedir)
-Geç saatte TV program seyrine dalmayalım (Kim bilir ilgi çekici TV programlarını neden geç saatlere koyarlar?!)
-Uykudan önce egzersiz yapılmamalı.
-Yatmadan önce tıka basa midenin tokluk hali melatonin ritmi üzerine olumsuz tesir etmekte. Dolayısıyla uyku kalitesi bozulmakta.
-Kahve, çay tüketimi azaltılmalı. Alkol, sigara ise tüketmemeliyiz.
-Lahana, badem, fındık, yer fıstığı, vişne, kızılcık, anason çayı, rezene çayı, papatya çayı Melatonin seviyesini artıran besinlerdir. Bunların akşam saatlerinde tüketimi yararlarını artıracaktır.

Dr. Ceyhun NURİ     
Daha fazla bilgi için lütfen iletişim bilgilerimizden bize ulaşın.


 İkindi vakti ile akşam ezanı arası uyumak Feyluledir: ikindi namazından sonra, mağribe (akşama) kadardır. Bu uyku ömrün noksaniyetine, yani uykudan gelen sersemlik cihetiyle o günkü ömrü nevmalud (uykulu), yarı uyku kısacık bir şekil aldığından, maddi bir noksaniyet gösterdiği gibi, manevi cihetiyle de, o gün hayatının maddi ve manevi neticesi ekseriya (çoğunlukla) ikindiden sonra tezahür ettiğinden, o vakti uykuyla geçirmek, o neticeyi görmemek hükmüne geçtiğinden, güya o günü yaşamamış gibi oluyor. [11] Bu vakitte de uyumanın Zaralı olduğu konusunda da yine Dr. Aslan Mayda şu açıklamayı yapıyor. Saat 22:00’de tansiyon ve kalp atım sayıları düşer, saat 04:00’ten sonra tansiyon ve kalp atışlarında yükselme başlar. 15:00 ve 18:00 saatleri arasında da en üst seviyeye ulaşır. Dolayısıyla tansiyon ve kalp atımının yüksek olduğu ve hücrelerin en üst derecede metabolize olduğu ikindi vaktinde uyunmamalıdır. Aksi takdirde yüksek tansiyon ve kalp rahatsızlığına davetiye çıkarılmış olur. Üniversite de iken Yrd. Doç.Dr Abdülkadir Etöz Hocamız Din psikolojisi dersinde hangi saatlerin uyumak için verimli olacağı konusunda şunları anlatmıştı. Bir insan 3,5 saat uyuyarak 8 saat uyumuş gibi verim alabilir şöyle: akşam 22:00 ile 02:00 arasındaki uyku % 200 verimlidir. Yani bu saatler arasında 3 saat uyunduğunda 6 saat uyunmuş gibi olur. Gündüz ise 10:00 ile 13:00 arasındaki yani kuşluk vaktindeki uyku %400 verimlidir. Bu saatler arasında yarım saatlik uyku 2 saatlik uykuya karşılık gelir. Dolayısıyla gece 3 saat gündüzde 0,5(yarım) saat uyuyan bir kimse zahiren 3,5 saat uyumuş görünür. Gerçekte ise 8 saat uyumuş gibidir. Hiçbir uykusuzlukta hissetmez. İşte peygamber efendimiz bu şekilde uyuduğundan dolayı sabahlara kadar ibadet ediyordu. İşte her bir Sünneti seniyyenin altından binlerce hikmet çıkıyor. Keşke sünnete hakkıyla ittiba edebilsek.


 


KAYNAKLAR
  -Dr. Ceyhun NURİ    
-Jone W. Hyman, Işık Kitabı, İnsan Yayınları, Tıp/6, 2001, İstanbul. 
-Baltimor, Kennedy Krieger İnstitute, Dr.Andrew Zimmerman, Otizm, Uyku Bzk ve Melatonin
-American Journal of Physiology dergisi, Aralık 2007
-1992 Claustrat, cift kör melatonin çalışması
www.science.edu.sg/ssc/detailed.jsp?artid=6071&type=6&root=4&parent=4&cat=46
-Nashville, Tenn, Vanderbilt University, Sleep Discorders Center Dr.Beth Malow
-Schizophrenia Bulletin 1990
Kaynak Linki : http://www.manevihayat.com/forum/konu/kerahat-vakti-uyumanin-zarari.7067/
  https://sorularlaislamiyet.com/sabah-namazindan-sonra-ve-ikindi-vakti-ile-aksam-ezani-arasi-uyumak-feylule-gaylule-ve-kaylule


.