18 Mart 2018 Pazar

Çıkış 18:1-27




18 Musa’nın kayınbabası, Midyan kâhini Yetro,+ Yehova’nın Musa ve halkı İsrail için yaptıklarını, İsrailoğullarını Mısır’dan nasıl çıkardığını duydu.+  Ve Yetro Musa’nın karısı Tsippora’yı (onu oraya Musa göndermişti)  ve iki oğlunu+ alıp yola çıktı. Çocuklardan birinin ismi Gerşom’du;*+ Musa “Gurbette bir yabancı oldum” diyerek ona bu ismi vermişti.  Diğerinin adı Eliezer’di;*+ çünkü Musa, “Babamın Tanrısı benim yardımcımdır, O beni Firavunun kılıcından kurtardı”+ demişti. Böylece Yetro, Musa’nın oğulları ve karısıyla birlikte, Tanrı’nın dağına, Musa’nın konakladığı çöle vardı.+  Ve Musa’ya “Ben kayınbaban Yetro,+ karın ve iki oğlunla birlikte yanına geliyorum” diye haber gönderdi.  Musa hemen kayınbabasını karşılamaya çıktı; önünde eğildi ve onu öptü.+ Birbirlerine hal hatır sorup çadıra girdiler. Musa, Yehova’nın İsrailoğulları uğrunda Firavuna ve Mısır’a yaptığı her şeyi;+ yolda karşılaştıkları tüm sıkıntıları,+ fakat Yehova’nın kendilerini nasıl kurtardığını+ kayınbabasına anlattı.  Yetro, Yehova’nın İsrailoğulları için yaptığı iyiliklere ve onları Mısır’ın elinden kurtarmasına çok sevindi.+ 10  “Sizi Mısır’ın elinden, Firavunun elinden kurtaran Yehova’ya şükürler olsun! Halkını Mısır’ın elinden O kurtardı”+ dedi. 11  “Şimdi anlıyorum ki, Yehova tüm tanrılardan büyüktür.+ Mısırlılar size küstahça davrandığında olanlar bunu açıkça gösteriyor.” 12  Sonra Musa’nın kayınbabası Yetro, Tanrı için, yakılan sunu ve kurbanlar getirdi.+ Harun ve İsrailoğullarının tüm ihtiyarları gelip Tanrı’nın önünde Musa’nın kayınbabası Yetro ile ekmek yediler.+13  Ve ertesi gün Musa her zaman olduğu gibi halkın davalarına bakmak için oturdu;+ insanlar sabahtan akşama dek onun önünde bekliyorlardı. 14  Kayınbabası, Musa’nın yaptıklarını görünce, “Halkın işlerine böyle mi bakıyorsun?” diye sordu; “Neden hüküm vermek için sadece sen oturuyorsun ve tüm halk sabahtan akşama dek senin önünde duruyor?” 15  Musa kayınbabasına, “Çünkü halk Tanrı’nın hükmünü öğrenmek için bana gelir”+ dedi. 16  “Bir davaları olduğunda,+ davayı bana getirirler; iki taraf arasında ben hükmederim. Tanrı’nın kararlarını ve kanunlarını bildiririm.”+17  Bunun üzerine kayınbabası Musa’ya, “Böyle yapman iyi değil” dedi. 18  “Sen de yanındaki bu insanlar da yorulursunuz, çünkü bu iş senin için ağır bir yük;+ tek başına kaldıramazsın.+ 19  Şimdi sözümü dinle.+ Sana bir öğüt vereyim; Tanrı da seni destekleyecek.+ Tanrı’nın önünde halkı sen temsil et,+ davaları Tanrı’ya sen götür.+ 20  Kurallar ve kanunlar konusunda onları uyar.+ İzlemeleri gereken yolu ve yapmaları gerekeni onlara göster.+ 21  Halkın arasından yetenekli,+ Tanrı’dan korkan,+güvenilir+ ve haksız kazançtan nefret eden+ adamlar seç. Onları halkın, biner,+ yüzer, ellişer ve onar kişilik grupların başına koy.+22  Tüm sıradan davalarda halk için onlar hüküm versin. Tüm büyük davaları sana getirsinler,+ fakat küçük davalara kendileri baksınlar. Böylece işini hafiflet; onlar da seninle birlikte yükü taşısınlar.+ 23  Böyle yaparsan (ve bu Tanrı’nın emriyse), dayanabilirsin, bu insanlar da selametle yerlerine döner.”+24  Musa kayınbabasının sözünü dinledi; söylediklerinin hepsini hemen yaptı.+ 25  Tüm İsrailoğulları arasından yetenekli adamlar seçti. Onları halkın; biner, yüzer, ellişer ve onar kişilik grupların başına koydu.+ 26  Onlar sıradan davalarda halk için hüküm verdiler. Zor davaları Musa’ya getiriyor,+ fakat küçük davalara kendileri bakıyorlardı. 27  Sonra Musa kayınbabasını uğurladı;+ o da memleketine gitti.

3VE Musa, kaynatası Midyan kâhini Yetronun sürüsünü güdüyordu; ve sürüyü çölün arkasına götürdü, ve Allahın dağına, Horebe geldi. 2 Ve RABBİN meleği bir çalı ortasında ateş alevinde ona göründü; ve gördü, ve işte, çalı ateşle yanıyor, ve çalı tükenmiyordu. 3 Ve Musa dedi: Şimdi döneyim, ve bu büyük manzarayı göreyim, çalı niçin yanıp tükenmiyor. 4 Ve görmek için döndüğünü RAB görünce, Allah ona çalının ortasından çağırıp dedi: Musa, Musa! Ve o: İşte ben, dedi. 5 Ve dedi: Buraya yaklaşma; çarıklarını ayaklarından çıkar, çünkü üzerinde durduğun yer mukaddes topraktır. 6 Ve dedi: Ben babanın Allahı, İbrahimin Allahı, İshakın Allahı, ve Yakubun Allahıyım. Ve Musa yüzünü örttü; çünkü Allaha bakmağa korkuyordu. 7 Ve RAB dedi: Gerçekten Mısırda olan kavmımın sıkıntısını gördüm, ve angarya memurlarının yüzünden onların feryadını işittim; çünkü onların acılarını bilirim; 8 ve onları Mısırlıların elinden kurtarmak için, ve onları o diyardan iyi ve geniş bir diyara, süt ve bal akan diyara, Kenânlı, ve Hittî, ve Amorî, ve Perizzî, ve Hivî, ve Yebusîlerin yerine çıkarmak için indim. 9 Ve şimdi, işte, İsrail oğullarının feryadı bana erişti; ve hem de Mısırlıların onlara ettikleri cefayı gördüm. 10 Ve şimdi gel, ve benim kavmımı, İsrail oğullarını, Mısırdan çıkarmak için seni Firavuna göndereyim. 11 Ve Musa Allaha dedi: Ben kimim ki, Firavuna gideyim, ve İsrail oğullarını Mısırdan çıkarayım? 12 Ve dedi: Gerçekten ben seninle olacağım; ve benim seni gönderdiğime senin için işaret şu olacak: Sen kavmı Mısırdan çıkardığın zaman, bu dağ üzerinde Allaha ibadet edeceksiniz. 13 Ve Musa Allaha dedi: İşte, ben İsrail oğullarına geldiğim zaman, onlara: Atalarınızın Allahı beni size gönderdi, dersem, ve onlar bana: Onun ismi nedir? derlerse, onlara ne diyeyim? 14 Ve Allah Musaya dedi: Ben, BEN OLANIM; ve dedi: İsrail oğullarına böyle diyeceksin: Beni size BEN(İM gönderdi 15 Ve yine Allah Musaya dedi: İsrail oğullarına böyle diyeceksin: Atalarınızın Allahı, İbrahimin Allahı, İshakın Allahı, Yakubun Allahı Yehova beni size gönderdi; ebediyen ismim bu, ve devirden devre anılmam budur. 16 Git, ve İsrail ihtiyarlarını topla, ve onlara de: Atalarınızın Allahı, İbrahimin, İshakın ve Yakubun Allahı Yehova bana göründü, ve dedi: Gerçekten sizi ziyaret ettim, ve Mısırda size yapılanı gördüm; 17 ve dedim: Sizi Mısırın sıkıntısından, Kenânlı, ve Hittî, ve Amorî, ve Perizzî, ve Hivî, ve Yebusîlerin diyarına, süt ve bal akan diyara, çıkaracağım. 18 Ve senin sözünü dinliyecekler; ve sen ve İsrail ihtiyarları Mısır kıralına geleceksiniz, ve ona diyeceksiniz: İbranîlerin Allahı Yehova bize rast geldi; ve şimdi rica ederiz, çölde üç günlük yol gidelim, ta ki, Allahımız Yehovaya kurban keselim. 19 Ve ben bilirim ki, Mısır kıralı kuvvetli bir el ile olsa bile, gitmek için size izin vermiyecektir. 20 Ve elimi uzatacağım ve Mısırı, içinde yapacağım bütün hârikalarımla vuracağım; ve sizi ondan sonra salıverecektir. 21 Ve Mısırlıların gözlerinde bu kavma lûtuf vereceğim; ve vaki olacak ki, gittiğiniz zaman, eli boş gitmiyeceksiniz; 22 fakat her kadın komşusundan, ve evinde olan misafirden gümüş şeyler, ve altın şeyler, ve esvaplar istiyecek; ve oğullarınızı ve kızlarınızı onlarla süsliyeceksiniz; ve Mısırlıları soyacaksınız.
İncil — Kitab-ı Mukaddes

YED-i BEYZÂ


 يد بيضاء
Yed-i beyzâ (beyaz el), Tevrat’a ve Kur’an’a göre Hz. Mûsâ’nın peygamberliğini kanıtlamak için gösterdiği bir mûcizedir. Tevrat’ta anlatıldığına göre Mûsâ, kayınpederi Midyan kâhini Yetro’nun sürüsünü otlatırken Horeb (Sînâ) dağında bir ateş görür ve ateşin içinden seslenen Tanrı, onu peygamber olarak seçip İsrâiloğulları’nı Mısır’daki Firavun’un zulmünden kurtarmakla görevlendirdiğini bildirir. Mûsâ, kavminin kendisinin Allah tarafından gönderilmiş peygamber olduğuna inanmayacakları endişesini dile getirince Allah, “Tâ ki atalarının Allah’ı, İbrâhim’in, İshak’ın ve Ya‘kūb’un Allah’ı rabbin sana göründüğüne inansınlar diye” kendisine asâ ve yed-i beyzâ mûcizelerini verir. Allah, Mûsâ’nın yılana dönüşen asâsından sonra ona elini koynuna sokmasını emreder. Mûsâ elini koynundan çıkardığında onun kar gibi beyaz lekelerle kaplı olduğunu görür. Tanrı elini tekrar koynuna sokmasını söyler; Mûsâ bu defa elini koynuna sokup çıkardığında eli eski haline döner ve kendi teni gibi olur (Çıkış, 4/1-7). Tevrat’ın yed-i beyzâ mûcizesi anlatımında Hz. Mûsâ’nın eli sanki cüzzamlı birininki gibi beyaz lekelerle (tsaraat) kaplıdır. “Tsaraat” kelimesi Türkçe’ye genellikle “cüzzam” diye çevrilmekte ve cüzzama benzer belirtiler gösteren bir hastalık olduğu kabul edilmekle birlikte tsaraatın cüzzamdan ayrıldığı ve özellikle iftira, dedikodu gibi kötülükler yüzünden ortaya çıkan bir tür rahatsızlık olduğu ileri sürülmektedir. Tevrat’ta (Levililer, 13 ve 14) vücutta ortaya çıkan bu tür rahatsızlıkların sebepleri, türleri ve bunlara karşı yapılması gereken şeyler anlatılmaktadır. Yahudilerin yorumuna göre Hz. Mûsâ, İsrâiloğulları’nın kendisine inanmayacaklarını söyleyerek onlara iftirada bulunmuştur; iftiranın cezası ise tsaraattır. Bu sebeple elinin beyaz renkte lekelerle kaplanması bir mûcize oluşunun yanında Mûsâ için de bir nevi cezadır (Tora ve Aftara, II/31; III/213-245; Ginzberg, III, 230). 

Kur’ân-ı Kerîm’e göre de Hz. Mûsâ ailesiyle birlikte Medyen’den dönüşünde dağda gördüğü ateşe yaklaştığında Allah ona hitap eder ve kendisini elçi olarak seçtiğini bildirir. Ardından elindeki asâyı yere atmasını emreder ve asâ yılana dönüşür, daha sonra elini koynuna sokmasını, onu çıkardığında kusursuz bembeyaz olacağını haber verir ve, “Bu iki şey, senin rabbin tarafından Firavun’a ve onun çevresindeki seçkinlere gönderilen bir elçi olduğunu gösteren alâmetlerdir” der. Böylece büyük mûcizelerden bir kısmı gösterilmiş olur (Tâhâ 20/22; en-Neml 27/12; el-Kasas 28/29-32). Kur’an’da Tevrat’ın aksine Mûsâ’nın elinin cüzzamlı değil kusursuz ve bembeyaz olduğu belirtilir. Müfessirler de kelimeyi “kusursuz, lekesiz” diye açıklamaktadır (Taberî, XVI, 157-158). Yine Kur’an’a göre Hz. Mûsâ, Firavun’un yanına giderek Allah’ın elçisi olduğunu ve İsrâiloğulları’nı serbest bırakmasını istediğini söyler. Firavun ondan Allah’ın elçisi olduğuna dair bir işaret ve alâmet getirdiyse onu göstermesini ister. Bunun üzerine Mûsâ asâsını yere bırakır ve asâ yılana dönüşür; daha sonra da elini yukarı kaldırır ve bir de bakarlar ki eli bembeyaz, ışıl ışıldır (el-A‘râf 7/104-108). Rivayete göre asânın yılana dönüştüğünü gören Firavun yılandan korkar ve Mûsâ’ya kendisini koruduğu takdirdeona iman edeceğini, İsrâiloğulları’nı da serbest bırakacağını bildirir. Ancak Mûsâ elini koynuna sokup çıkarınca bu defa eli gözleri kamaştıracak derecede parlar, çevreyi aydınlatır, saçtığı ışık evlere kadar nüfuz eder, perde arkasından bile görünür ve Firavun ona bakamaz. Elini tekrar koynuna sokup çıkardığında ise artık eski haline dönmüştür (Sa‘lebî, s. 183-184). 

BİBLİYOGRAFYA : 
Taberî, Câmiʿu’l-beyân, XVI, 157-158; XIX, 139; Sa‘lebî, ʿArâʾisü’l-mecâlis, Kahire 1954, s. 183-184; L. Ginzberg, Les légendes des juifs, Paris 2001, III, 230; Tora: Türkçe Çeviri ve Açıklamalarıyla Tora ve Aftara (trc. Moşe Farsi), İstanbul 2004, II, 31; III, 213-245.
Bu bölüm ilk olarak 2013 senesinde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 43. cildinde, 376-377 numaralı sayfalarda yer almıştır.
  • 2/2
Müellif: MUSTAFA UZUN
EDEBİYAT. Arap, Fars ve Türk edebiyatlarıyla Türk halk inanışlarında yer alan yed-i beyzâ Hz. Mûsâ’nın mûcizeleriyle beraber şahsı etrafında gelişen ve şairlerin farklı yorumlarıyla zenginleşen bir edebî unsur, remiz ve mazmun haline gelmiş, ayrıca teşbih, telmih, iktibas, istiare, kinaye, tenasüp gibi edebî sanatlara malzeme teşkil etmiştir. Sırrî’nin, “Çeşm-i Fir‘avn-ı hasedkâra yine göstereyim/Göreler tâ ne imiş mu‘ciz-i Mûsâ-yı sühan//Biricik sâid-i endîşeyi teşmîr edeyim/Eyleyem yine hüveydâ yed-i beyzâyı sühan” mısraları bu çok yönlü alâkayı ortaya koyan bir örnektir. Sırrî bu beyitlerde, haset duyguları içindeki Firavun’a Hz. Mûsâ’nın başka söze ihtiyaç bırakmayacak derecede etkileyici ve tereddütleri kesin bir şekilde ortadan kaldıracak apaçık bir mûcizesi olan yed-i beyzâ gibi bir söz söyleme arzusunu dile getirmektedir. Yed-i beyzâ Türk halk şiiri ve hikâyelerinde, dinî-tasavvufî metinlerle divan edebiyatının çeşitli türlerinde ve müstakil eserlerde geçmekte, “sâhib-i yedi beyzâ, Mûsî-i İmrân mûcizesi, yed-i Mûsâ” gibi terkipler içinde yer almaktadır. Kadı Burhâneddin’in, “Kolunda Mûsi-i İmrân mu‘cizesi mi/Lebinde Îsi-i Meryem kerâmeti mi diyem” mısraları bu tür bir örnektir. Özellikle peygamber kıssalarına dair kitaplar (kısas-ı enbiyâ) yanında Fuṣûṣü’l-ḥikem, Envârü’l-âşıkīn, Muhammediyye, Ma‘rifetnâme gibi eserlerle hilyelerde Hz. Mûsâ’dan bahsedilirken yed-i beyzâ üzerinde de durulmuştur. Envârü’l-âşıkīn’deki “Meb‘as-ı Mûsâ ve Hârûn aleyhisselâm” bölümünde, “İki elin koltuğuna sok, münevver çıksın. Pes elin koynuna soktu çıkardı, bir nûr-ı sâtı‘ çıktı, güneş nuru gibi” cümleleri buna örnek teşkil eder. Ayrıca devriyelerde, gazel ve kasidelerle ilâhilerde daha çok teşbih unsuru olarak görülür. Şuarâ tezkirelerinde şairler tanıtılırken şiirlerinin parlaklığına ve sanattaki güçlerine işaret etmek üzere yed-i beyzâdan faydalanılmıştır. Nitekim Âşık Çelebi, Derviş Çelebi hakkında, “Filhakîka inşâda yed-i beyzâsı vardır”; Arşî için, “Târîhte (tarih düşürmekte) yed-i beyzâsı vardır” der. 

Divan şiirinde şair, belâgat ve i‘câzının parlaklığını göstermek için fahriyyede elindeki kalemi yed-i beyzâ diye nitelendirir. Nedîm’in Taşlıcalı Yahyâ, Atâî ve Hâletî’ye karşı söylediği, “Hâme-i mu‘ciz-beyânım onların her birine/Bir cevâb ibrâz edip vâzıh yed-i beyzâ gibi” beytinde terkip bu bağlamda kullanılmıştır. Kerem sahiplerinin eli de yed-i beyzâya benzetilir. Şeyhî’nin Karamanoğlu Yâkub Bey’i överken söylediği, “Gerçi Fir‘avn ola düşmenleri kahretmek için/Yed-i beyzâdır elin hüccet ü burhân-ı kerem” beyti bunun güzel bir örneğidir. Gelibolulu Âlî Mustafa da Lala Mustafa Paşa hakkında yazdığı kerem kasidesinde yer alan, “Hâme-i sihr-eserin tut ki asâ-yı Mûsî/Tûr-ı hizmette kefindir yed-i beyzâ-yı kerem” beytinde paşanın cömert elinin etrafa yed-i beyzâ gibi nur saçtığını söyler. Nesîmî’nin, “Yed-i beyzâ imiş hüsnün ki Mûsâ’dır ona mahrem/Teâlâ şânühû ekber bu nice Tûr-i Sînâ’dır” beytinde Sînâ dağında Allah’ı görmek isteyen, ancak dağa tecelli eden nûr-ı ilâhî karşısında “Allāhüekber!” diyerek kendinden geçen Hz. Mûsâ’nın durumundan hareketle sevgilinin yüzünü görme mutluluğuna eren ve bu heyecanla kendinden geçen âşık Mûsâ’ya benzetilir. Divan şiirinde güneş, göz kamaştıran parlaklığı ve karanlıklardan çıkıp etrafı aydınlatması bakımından yed-i beyzâya teşbih edilir. Bu teşbihi Fehîm-i Kadîm’in Temmûziyye’sinde yer alan, “Olsa i‘câz-ı yed-i beyzâ n’ola bî-i‘tibâr/Tâb-ı mihr etti cihânı ol kadar pür tef ü tâb” (güneşin parlaklığı cihanı o kadar aydınlattı ki bunun yanında yed-i beyzânın mûcizevî parlaklığı itibarını kaybetse şaşılmazdı) beytinde görmek mümkündür. Yahyâzâde Âsaf’ın, “Görüp müstağrak-ı nûr-ı letâfet sâid-i yârı/Cenâh-ı işveden zâhir yed-i beyzâya benzettim” ve Edirneli Emrullah Emrî’nin, “Cefâya yüz tutup niçin sen ey mihr-i cihan-ârâ/Edersin pençe-i hurşîdi mağlûb-ı yed-i beyzâ” beyitlerinde ise sevgili yed-i beyzâya benzetilir. Yed-i beyzâ sevgilinin bembeyaz eli ve kolu (sîm-ten, sîm-efşân) için de kullanılır. Fehîm’in, “Subhveş destini zâhir kılsa sîm-efşân olup/Ol yed-i beyzâya benzer İbni İmrân gösterir” beyti buna örnek teşkil eder. Sâkînin eli de aynı şekilde yed-i beyzâ ile anlatılır. Mânî’nin, “Ele alıp sala şem-şîr-i gazâyı tâ kim/Göstere kâfir-i bî-dîne yed-i beyzâyı” beytinde görüldüğü gibi padişahların kudretini temsil eden elleri, kılıçları ve güçleri de bu kalıpla ifade edilir. Ayrıca onların fetih ufkunda yükselen tuğları da yed-i beyzâ gibi parlar: “Hurşîd-i zafer tali‘ olur feth ufkundan/Çün subh-sıfat keşf ede tîğin yed-i beyzâ.” Fuzûlî’nin, “Kılmaz dil-i Fir‘avn’ı münevver yed-i beyzâ” mısraında ise yed-i beyzâdan hareketle inanmayanlara ve özellikle Firavun gibi inatçılara mûcizelerin bir fayda vermeyeceği anlatılır. Arpaemînizâde Mustafa Sâmi Bey bir na‘tında Hz. Peygamber’den şefaat dilerken yed-i beyzâya yemin eder: “Beşu‘le-i yed-i beyzâ vü mu‘cizât-ı asâ/Be nûr-i eymen-i Tûr-i tecelliyyât-nümûd.” Bâkî’nin, “Dem-i Îsâ dirilir bûy-i buhûr-i Meryem/Açtı zanbak yed-i beyzâ-yı kef-i Mûsâvâr” beytinde zambak hem beyazlığı hem de şekli bakımından yed-i beyzâ-yı hatırlatır. Nâilî’nin, “Ne sûret kim çekersin can bağışlarsın Mesîh-âsâ/Olur hayrân-ı Kārûn mûşikâfân-ı yed-i beyzâ” beyti Hz. Mûsâ ile Kārûn ve yed-i beyzâ alâkası üzerine kurulmuştur. Hersekli Ârif Hikmet’in, “Şu‘le-i aşkız ki tecellâda nihânız/Gûyâ ki şuâ-yı yed-i beyzâda nihânız” mısraları şu‘le-i aşk ve yed-i beyzâ ilişkisiyle tasavvufî bir mahiyet göstermektedir. Ömer Fuâdî Bülbüliyye’sinde, “Tecellî Tûr’una ersen çü Mûsâ/Yed-i beyzâ olurdu sana mevlâ” derken yed-i beyzâ ile nûr-ı ilâhî arasında bağ kurmakta ve terkibi yine tasavvufî bağlamda kullanmaktadır. Halvetîlik’te, yedi esmâ ile (esmâ-yı seb‘a) yed-i beyzâ arasında ilişki kurulduğu gibi sûfîlerin kerametlerini ve hârikulâde hallerini anlatmak için de yed-i beyzâya başvurulur. 

BİBLİYOGRAFYA : 
Arpaeminizâde Mustafa Sâmi, Dîvân (haz. Fatma Sabiha Kutlar), Ankara 2004, s. 28; Harun Tolasa, Ahmet Paşa’nın Şiir Dünyası, Ankara 1973, s. 29, 442; a.mlf., Sehî, Latîfî, Âşık Çelebi Tezkirelerine Göre 16. Yüzyılda Edebiyat Araştırma ve Eleştirisi, İzmir 1983, s. 228, 344; Ahmet Talât Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı (haz. Cemâl Kurnaz), Ankara 1996, s. 365-366; İskender Pala, Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, İstanbul 1999, s. 416; İlyas Yazar, Ömer Fuâdî: Hayatı, Eserleri, Edebî Kişiliği ve Bülbüliyye’sinin Edisyon Kritik Metni, İstanbul 2001, s. 219; İsmail Soyyiğit, Bâkî’nin Kasidelerinde Edebi Tasvirler (yüksek lisans tezi, 2006), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 51-52; Mehmet Irkılata, Nazire Geleneği İçerisinde Kerem Kasideleri (yüksek lisans tezi, 2007), Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 50, 115; Mehmet Pektaş, XIV. Yüzyıl Divan Şiirinde Sevgiliye Dair Benzetmeler (yüksek lisans tezi, 2011), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 602, 603, 642; M. Nejat Sefercioğlu, “Yazı ve Yazı ile İlgili Unsurların Divan Şiirinde Kullanılışı”, Yeni Defne, sy. 98-99, İstanbul 1990, s. 7; Meheddin İspir, “Fehîm-i Kadîm Divanındaki Temmûziye Üzerine Bir İnceleme”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, II/6 (2009) (www. sosyalarastirmalar.com), s. 343; Hüseyin Güfta, “20. Yüzyıl Antakyalı Şairlerden Yahyâzâde Âsaf’ın Şiirlerinde Divan Şiiri Geleneği Unsurları”, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, VI/12, Hatay 2009, s. 51; Pakalın, III, 614; TDEA, VIII, 577.

Müellif: ÖMER FARUK HARMAN

Tur dağının İsrail oğullarının başı üzerine kaldırılmasından ne kast edilmektedir?




Soru
Bakara Suresinin 63. ayetinde şöyle buyrulmaktadır: “Hani, (Tevrat ile amel edeceğinize dair) sizden sağlam bir söz almış, Tûr dağını da tepenize dikmiş ve “Sakınasınız diye, size verdiğimiz Kitab’ı sıkı tutun, onun içindekileri düşünün (gafil olmayın)” demiştik.” Bu ayet esasınca Tur dağının kaldırılması İsrail oğullarından söz alındıktan sonradır. Bu ayetin bilimsel gerçeklerden ne kadar uzak olduğunu açıklamaya gerek yoktur. Eğer Tur dağını kaldırmaktan maksat yaratılışın başında gerçekleşmişse, İsrail oğullarından söz alındıktan sonra bu cümleyi zikretmek Kur’an-ı yazan kişinin hezeyanından başka bir şeye delalet etmez. Bu ayet nasıl açıklanabilir?
Kısa Cevap
Kur’an’ın birkaç ayetinde “وَ رَفَعْنا فَوْقَكُمُ الطُّور” tabiri ve benzerleri İsrail oğulları hakkında beyan edilmiştir. Tefsir kitaplarında yazıldığına göre bu ayetler tarihsel bir gerçeğe işaret etmektedir ve Hz Musa zamanında İsrail oğullarının yüce Allah’ın buyruklarına muhalefet etmesi nedeniyle gerçekleşmiştir. Kadir olan yüce Allah Tur dağının bir bölümünü İsrail oğullarının başı üzerine getirmiştir. Milyonlarca yıldız, galaksi ve gök cisimleri kümelerini yaratan ve gökte belirli aralıklarla onların hareket etmesini sağlayan ilahi sonsuz kudret göz önünde bulundurulduğunda, Kur’an’da gerçekleştiği bildirilen böyle bir olayın imkânı ve vuku bulmuş olmasının akıl ve bilim açısından muhal olmadığı ve şaşkınlık taşımadığı belirtilmelidir. 
Ayrıntılı Cevap
Bakara Suresinin 63. ayetinde İsrail oğulları ile ilgili iki noktaya işaret edilmiştir:
1. İsrail oğullarından söz almak: Bazı maddeleri Kur’an-ı Mecit[1] ve Tevrat’ta beyan edilen bu söz şundan ibarettir: Rabbin birliği, tüm ilahi peygamberlere iman etmek, anneye, babaya, yakınlara, yetimlere ve yoksullara iyilik etmek, Allah yolunda sadaka vermek ve infak etmek, güzel söz söylemek, namaz kılmak, zekat vermek, kan akıtmaktan sakınmak ve … Maide suresi 12. ayetinde bu anlaşmaya sadık kaldıkları takdirde kendilerinin cennet ehli olacağına dair güvence verilmiştir.
2. Tur dağının İsrail oğulları başı üzerine kaldırılması: Tefsir kitaplarında belirtildiğine göre, Tur dağının İsrail oğullarının başı üzerine kaldırılması gerçek bir olay olup Hz Musa zamanında gerçekleşmiştir. Bu, yaratılışın başında gerçekleşmiş bir olay değildir. Kur’an-ı bazı ayetlerinde “وَ رَفَعْنا فَوْقَكُمُ الطُّور” tabiri ve benzerleri ile İsrail oğulları hakkında bu nokta ve hakikate işaret edildiği belirtilmelidir.[2] Tabersi, İbn. Zeyd’in sözünden şöyle nakletmektedir: Musa Tur dağından dönünce ve kendiyle Tevrat’ı getirince, kendi kavmine dinsel buyruklar ve helal ile haramı içeren bir semavi kitap getirdiğini ilan etti. Yüce Allah bu kitabı sizin hayat progmanız karar kılmıştır, onu alın ve hükümleri ile amel edin diye ilanda bulundu. Yahudiler zor yükümlülükler getirdiği bahanesi ile itaatsizlik ve inatçılığa başvurdular. Yüce Allah da melekleri Tur dağının bir bölümünü onların başının üzerine kaldırması için memur kıldı. Bu esnada Musa (a.s) şöyle dedi: Eğer söz verir, Allah’ın buyrukları ile amel eder ve itaatsizlik ve inatçılıktan el çekip tövbe ederseniz bu azap sizin üzerinizden kaldırılacaktır. Aksi takdirde hepiniz helak olacaksınız. Onlar teslim oldular ve Tevrat’ı kabul ettiler ve Allah için secdeye gittiler. Oysaki onlar her an dağın başları üzerine düşmesini bekliyordular, ama tövbenin bereketi ile en sonda bu ilahi azap kendilerinden uzaklaştırıldı.[3]  Bundan dolayı yukarıdaki ayet tarihte gerçekleşmiş olan Peygamberlerin buyruk ve sözlerine karşı itaatsizlik ve inatçılık sergileyenleri cezalandırmak babında yüce Allah’ın azamet ve kudretini göstermektedir. Milyonlarca yıldız, galaksi ve gök cisim kümelerini yaratan ve belirli aralıklarla ve çok hızlı bir şekilde onlara hareket etme kabiliyetini veren ilahi sonsuz kudret göz önünde bulundurulduğunda Kur’an’da bildirilen böyle bir şeyin imkânı ve gerçekliği akıl ve bilim açısından muhal değildir ve bunda hayret edilecek bir şey de bulunmamaktadır. Evet, normal bir bakış açısıyla bu olağanüstü bir olay olabilir, ama bu hadisenin de peygamberlerin diğer mucizeleri gibi (Hz İsa tarafından ölülerin diriltilmesi, Hz Salih (a.s) tarafından devenin dağın arasından çıkartılması) olağanüstü sayıldığını, ama Allah’ın izniyle herkesin önünde vuku bulduğunu ve gerçekleştiğini belirtmemiz gerekir. Burada şu noktanın belirtilmesi zorunludur: Tur dağının İsrail oğulları başı üzerine kaldırılmasının niteliğini betimleme bağlamında bir grup müfessir Allah’ın emri ile dağın yerinden söküldüğünü ve bir gölgelik gibi onların başı üzerinde durduğuna inanmaktadır.[4] Bu görüş şu ayetten iktibas edilmiştir: “Hani dağı sanki bir gölgelikmiş gibi onların üstüne kaldırmıştık da üzerlerine düşecek sanmışlardı. (Onlara:) “Size verdiğimiz Kitab’a sımsıkı sarılın ve onun içindekileri hatırlayın ki, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız” demiştik.”[5] Elbette bu hadisenin detayları hakkında başka ihtimaller de dile getirilmiştir; örneğin dağda şiddetli bir depremin olduğu, dağın büyük bir sarsıntı geçirdiği, dağın eteklerinde olan fertlerin onun yüksek kısımlarının gölgesini başlarının üzerinde gördükleri, her an onun kendi başları üzerine düşeceğini sanmaları, ama depremin ilahi lütuf sayesinde dindiği ve dağın kendi yerine oturduğu söylenmiştir.[6] Veya şu ihtimal de mevcuttur: Allah’ın emriyle dağın büyük bir parçası şiddetli bir deprem ve sarsıntıyla yerinden sökülmüş ve onların başı üzerinden geçmiş ve onlar bir anlığına onu kendi başları üzerinde görmüş ve onun kendi üzerlerine düşeceğini sanmışlardır.[7]Göründüğü kadarıyla dile getirilen bazı betimleme ve açıklamalar kendi muhataplarına bu ilahi mucizenin o kadar da hayret edilecek ve olağan üstü bir şey olmadığı ve insan aklının ölçülerince uyuştuğunu söyleme hedefini gütmektedir. Biz akli olarak muhal olmayan her konunun hiçbir açıklamaya gerek duymaksızın yüce Allah’ın kudret alanına gireceğini ve bir mucizenin detaylarını betimlemede sadece şer’i deliller veya akli kesin kriterlerden yararlanması gerektiğine inanıyoruz.


[1] Maide Suresi, 12. ayet.
[2] Bakara Suresi, 63, Nisa Suresi, 154, A’raf Suresi 171. ayet.
[3] Mekarim Şirazi, Nasır, Tefsiri Numune, c: 1, s: 294, Daru’l Kitabı İslamiye, Tahran, 1374 h.ş.
[4] Tabersi, Fazl bin Hasan, Mecmeu’l Beyan fi Tefsiri’l Kur’an, c: 4, s: 764, (A’raf suresi 171. ayetin bölümünde), İntişaratı Nasır Hosro, Tahran, 1372 h.ş.
[5] A’raf Suresi, 171. ayet.
[6] Reşit Rıza, Tefsiri El- Minar, konu olan ayetin bahsinde, Tefsiri Numune’den iktibas, c: 1, s: 294.
[7] Mekarim Şirazi, Nasır, Tefsiri Numune, c: 1, s: 294, Daru’l Kitabı İslamiye, Tahran, 1374 h.ş.


İsrail oğullarının buzağıya tapmasından dolayı cezalandırılması bilgece miydi?
Soru
Bakara Suresi 54. ayet şöyle buyurmaktadır: “Musa, kavmine dedi ki: “Ey kavmim! Sizler, buzağıyı ilâh edinmekle kendinize yazık ettiniz. Gelin yaratıcınıza tövbe edin de nefislerinizi öldürün (kendinizi düzeltin). Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah da onların tövbesini kabul etti. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir, çok merhametlidir.” Sizin için daha hayırlıdır denen cahilliğin karşılığına dikkat edin! Allah’ın İsrail oğullarından istemiş olduğu birbirlerine kılıç çekmeleri insani midir?
Kısa Cevap
Müfessirler bu ayette yüce Allah’ın öldürmekten kastettiği şey hususunda üç olasılığı zikretmiştrir:
1. Bu emir, sınamaya dayalı bir emir idi ve onların tövbe etmesiyle bundan vazgeçilmiştir.
2. Bu ayetteki öldürmekten maksat, nefsanî şehvetler ve şeytani vesveselerin yok edilmesidir.
3. Ayetteki öldürmekten maksat, birbirinizi öldürün ve yok edin anlamında gerçek öldürmedir.
Bu hükmün hikmeti aşağıdaki hususların tümü veya biri olabilir:
A. İsrail oğullarının küfür ve şirkten temizlenmesi.
B. Bu tür bir büyük günahın tekrar edilmesini önlemek.
C. Tevhit ilkesinden sapmanın ve putperestliğe yönelmenin mahiyeti.
Her halükarda en şiddetli cezalara tahammül etmek cehennem azabından kurtulmaya değer.
Ayrıntılı Cevap
Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Musa, kavmine dedi ki: “Ey kavmim! Sizler, buzağıyı ilâh edinmekle kendinize yazık ettiniz. Gelin yaratıcınıza tövbe edin de nefislerinizi öldürün (kendinizi düzeltin). Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah da onların tövbesini kabul etti. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir, çok merhametlidir.”[1] Müfessirler bu ayette yüce Allah’ın İsrail oğullarına birbirlerini öldürmelerine dair vermiş olduğu emir hakkında üç olasılığı zikretmiştir:
1. Bu ayetteki öldürme emri, sınamaya dayalı bir emirdir. Tıpkı Hz İbrahim’e Hz İsmail’i öldürme emri verilmesi ve İsmail’in öldürülmeden önce Ey İbrahim sen rüyada aldığın emri yerine getirdin[2] diye hitap edilmesi gibi. Hz Musa kıssasında yüce Allah şöyle buyurmuştur: Tövbe edin ve birbirinizi öldürün bu Allah katında sizin için daha hayırlıdır. Ama Allah’ın buyruğunun tam bir şekilde icra edilmesinden önce, bazılarının öldürmesini tümünün öldürmesi olarak hesaplamış ve onların tövbesini kabul etmiştir.[3]
2. Bu ayetteki öldürmekten maksat, nefsanî şehvetleri ve şeytani vesveselerin yok etmektir. Bu anlamıyla ayet, nefsanî şehvetleri ve şeytani vesveseleri kendinizden uzaklaştırın ve tam bir ihlâs ile ilahi birliği itiraf edin[4] manasını ifade etmek istemektedir.
3. Ayetteki öldürmekten maksat, birbirinizi öldürün ve yok edin[5]; zira dünya hayatında bu öldürülmek sizin için daha hayırlıdır anlamında gerçek öldürmektir.
Yüce Allah’ın kastinin gerçek öldürmek olduğunu söyleyen kimseler, Allah’ın bu hükmü için bir takım hikmet ve felsefeler dile getirmiştir ve biz onların bazılarına işaret ediyoruz:
A. Bu öldürülmek İsrail oğullarının küfür ve şirkten temizlenmelerine ve onların ebedi hayat ve sonsuz cennete girmesine sebep olmuştur.[6]
B. Her ne kadar insan öldürmek çirkin ve haram bir amel olsa da, bazen bir takım maslahatlar uyarınca hayır ve farz olmaktadır. Bir tür dinsel ve toplumsal maslahat bunun mahiyetini değiştirmektedir. İsrail oğulları hakkında da onların öldürülmeleri bu tür büyük bir günahın tekrar edilmesini önleme amacı güttüğünden iyidir ve bunu kabullenmekte güzel bir davranış sayılmaktadır.[7]
C. Samiri’nin buzağısına tapmak küçük bir iş değildi. Yüce Allah’ın bütün ayetlerini ve büyük peygamberi Musa’nın mucizelerini gördükten sonra onların tümünü unutmaları ve peygamberlerinin kısa bir süre ayrılmasıyla tevhit ilkesini tümüyle unutmaları, Allah’ın dinini ayakları altına almaları ve putperest olmaları küçük bir olay değildi. Eğer bu konu her zaman için, kendilerinin zihninden silinmezse tehlikeli bir durum meydana gelecekti. Her fırsatta ve özellikle Musa’nın ölümünün ardından onun çağrısının tümünün ortadan kalkması ve dininin akıbetinin tamamıyla tehlikeye düşmesi muhtemeldi. Burada sert bir tavır takınılması gerekliydi ve asla dile dayalı bir pişmanlık ve tövbe ile yetinilmemeliydi. Bunun için tüm peygamberler tarihi boyunca eşine ve benzerine rastlanmayan sert bir emir Allah tarafından geldi. Bu emre göre tövbe ve tevhide dönme buyruğunun yanı sıra, günahkârların büyük bir bölümünün özel bir şekilde (kendi elleriyle)idam edilme emri de gelmiştir. Bu cezanın düzeyinin sert ve yüksek olmasının nedeni, tevhit ilkesinden sapmanın ve putperestliğe yönelmenin rahat bir şekilde affedilebilecek bir mesele olmamasıdır. Onlar bütün o açık mucizeleri ve Allah’ın nimetlerini gördükten sonra buna kalkışmışlardır. Gerçekte semavi dinlerin usullerinin tümünü tevhit ve Allah’ın birliğinde özetlemek mümkündür. Bu ilkenin sarsıntıya uğraması, din temellerin tümüyle yok olmasıyla eşdeğerdir. Eğer buzağıya tapma meselesi basit telakki edilseydi, gelecektekiler için bir gelenek haline gelebilirdi. Özellikle İsrail oğulları, tarihin tanıklığıyla, çok inatçı ve bahane getiren bir halk idi. Bunun için anısı tüm asır ve çağlarda kalacak ve asla ondan sonra putperestlik düşüncesine düşmeyecek bir cezanın kendilerine verilmesi gerekliydi. Ve yaratıcınız nezdinde bu sizin için daha hayırlıdır cümlesi belki de bu manaya işaret etmektedir.[8] Son olarak şu noktayı hatırlatmak elzemdir: En şiddetli dünyevi cezalar en küçük ahiret azabıyla mukayese edilemez. Bu yüzden eğer bir şahıs zor da olsa bir takım cezalara katlanarak ahirette müstahak olduğu zorluklardan kendini kurtarabiliyorsa, çok faydalı bir ticaret yapmış sayılır. Biz bu dünyadaki ilahi had ve cezaların, kalpten samimice tövbe eden şahısların günahlarının kefareti olacağına inanmaktayız. Şu rivayete dikkat ediniz: Bir grup hırsızı Müminlerin önderinin yanına getirdiler. Müminlerin önderi onların ellerini kesti, ardından bu hırsızları uygun bir mekâna götürdü, gerekli tedavinin yapılmasını emretti, ondan sonra et ve bal gibi lezzetli yiyecekler ile cezalandırılan fertleri ağırladı ve onlara şöyle hitap etti: Ey günahkârlar şimdi sizin elleriniz cehenneme girdi, elbette eğer tövbe eder ve Allah tövbenizde samimi olduğunuzu bilirse, ellerinizi ateşten kurtaracak ve sizinle birlikte cennete koyacaktır. Aksi takdirde kesilmiş elleriniz sizi cehenneme çekecektir.[9] İsrail oğullarının öldürülmüş fertleri hakkında da aşağıdaki iki ihtimalden biri söz konusudur:
1. Ya onlar tövbe etmiş ve bu durumda cennete gireceklerdir ki cennete ulaşmak için her zorluğa tahammül etmek değerlidir.
2. Veya onlar batıl inançlarına bağlı kalmışlardır ve bu durumda onların görmüş olduğu işaretler ve mucizeler karşılığında ölüm cezası kendilerine azdır.


[1] Bakara Suresi, 54. ayet:  " وَ إِذْ قَالَ مُوسىَ‏ لِقَوْمِهِ يَاقَوْمِ إِنَّكُمْ ظَلَمْتُمْ أَنفُسَكُم بِاتخَِّاذِكُمُ الْعِجْلَ فَتُوبُواْ إِلىَ‏ بَارِئكُمْ فَاقْتُلُواْ أَنفُسَكُمْ ذَالِكُمْ خَيرٌْ لَّكُمْ عِندَ بَارِئكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ  إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيم‏"
[2] Saffat Suresi, 105. ayet: " يا إِبْراهِيمُ قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيا"
[3] Musevi Hamedani Seyyit Muhammed Bakır, Tercüme-i El- Mizan, c: 1, s: 288 (Az bir tasarrufla), Neşr: İntişaratı İslamiyi Camiayı Muderrisini Howzei İlmiyeyi Kum, 1374 h.ş.
[4] Kaşani, Molla Fethullah, Tefsiri Minhacu’s Sadıkin fi İlzami’l Muhafiliyn, c: 1, s: 192, Neşri Kitapfuruşiyi Muhammed Hasan Alemi, Tahran, Sali çap 1336 h.ş.
[5] Tefsiri Minhacu’s Sadıkin fi İlzami’l Muhafiliyn, c: 1, s: 192.
[6] Tefsiri Minhacu’s Sadıkin fi İlzami’l Muhafiliyn, c: 1, s: 192.
[7] Tecüme-i Mecmeu’l Beyan fi Tefsiri’l Kur’an, c: 1, s: 179, tahkik: Rıza Sutude, İntişaratı Ferahani, Tahran 1360 h.ş, çapı evvel.
[8] Mekarim Şirazi, Nasır, Tefsiri Numune, s: 1, s: 256, Neşri Daru’l Kutubu İslamiye, Tahran, 1374 h.ş, çapı evvel.
[9] Kuleyni, Muhammed bin Yakup, Kafi, c: 7, s: 266, hadis 31, Daru’l Kutubu İslamiye, Tahran, 1365 h.ş.

Musa (a.s.) Kısasının Kuranda Tekrar Edilmesinin hikmeti nedir?
Soru
Neden hazreti Musa’nın (a.s.) ismi, diğer nebilerin (a.s.) isminden daha fazla kur’anı kerimde zikir edilmiştir?
Kısa Cevap
Hazreti Musa’nın (a.s.) kur’anı kerimde tekrar edilmesinin hikmeti için hatırlatmalıyız; evvelen; Anlamsız ve lağviyete (boş) neden olacak kâmilen bir tekrar söz konusu değildir. Belki her surede, o surede zikir edilenin muhteva ve içeriğe uygun olan kıssanın kısmına işaret edilmiştir. Saniyen; kuranı kerimde hazreti Musa’nın (a.s.) hayatının diğer nebilere oranla daha fazla zikir edilmesinin hikmeti, şayet İsrail oğullarının sahip oldukları olumsuz özellik ve niteliklerdir. İsrail oğullarının taşıdıkları olumsuz nitelikler şunlardır: inatçılık, düşmanlık, materyalistlik, (hissiyatlık) zahiricilik. Elbette bu özellikler peygamber dönemindeki kâfirlerin ve günümüz dünyasındaki toplumların da taşıdıkları ve sahip oldukları özellikleridir. Kur’an’ı kerim İsrail oğullarının kıssasını zikir etmiş, ta ki günümüzdeki insanlar onlardan ibret alsın ve onların müptela oldukları musibetlere duçar ve müptela olmasınlar. Başka bir beyanla; şöyle denilmesi mümkündür; kur’an’ı kerimin tekrar tekrar hazreti Musa’nın ve İsrail oğullarının tarihine ve yaşantılarına bu denli teveccüh edilmesinin illeti, söz konusu kavmin düşüp kalkmaları, yenilgi, galibiyetleri ve yaşamlarındaki dönemin, Müslümanların hayatıyla benzerliği oldukça fazla olmasıdır.
 
Ayrıntılı Cevap
Hazreti Musa’nın yaşamı, kur’anı kerimde diğer peygamberlerden daha fazla zikir edilmiş ve yaklaşık otuz surede, belki daha fazla surede yüz defadan daha fazla hazreti Musa, Firavun ve İsrail oğullarına işaret edilmiştir. Eğer her surenin ayetlerini ayrı ayrı incelersek bu tekrarın anlamsız ve lagiv olmadığını, belki her surede, söz konusu surenin içeriği ve muhtevasına uygun bir şahit, delil ve bir örnek bazında getirmiş olduğunu göreceğiz. Bunun yanı sıra mısır ülkesi deha geniş ve insanları daha fazla ilerici medeniyete sahip ve firavun aykırı asi idi. Bu nedenle hazreti Musa’nın kıyamı çok önem arz ediyor ve ibret verici çok dersler içeriyor.[1]
Başka bir beyanla şöyle açıklanması mümkündür: kur’anı kerim ağır ve derin öğretilerini kolaylaştırmak için kıssa ve misellerden istifade etmiş ve gerçek kıssaları seçerek en iyi bir yöntemle öğrenme ve ibret alma hedefi doğrultusunda  beyan etmiş. Daha fazla dersler ve ibretler içeren kıssayı tekrar etmiş. Bu bakımdan hazreti Musa’nın kıssaları (a.s.) daha fazla tekrar edilmiştir.
Burada ibret verici birkaç kısmına işaret edeceğiz.
  1. Hazreti Musa (a.s.) ve Firavun:
Bu ikisi bir birinin karşısında bir birine ters komunda idiler. Birisi saf hak, diğeri saf batıl idi. Musa (a.s.) “ilahi kelime” makamına sahip idi ama firavun küfrün son noktasında yer almış idi. Öyle ki “ena rebbukumul ala= bensizin en yüce rabbinizim” diyordu. Oysaki başka peygamberlerin dönemlerindeki kâfirler böyle bir iddiada bulunmamışlardı. Ama nihayet olarak hazreti Musa (a.s.) ona galip geldi ki bunun tekrarı müminler için sabır kaynağı kafirler için ibret verici.
  1. İsrail oğulları
Düşmanlık, inatçılık, materyalistlik ve hissiyatçılık İsrail oğullarının haslet ve özelliklerindendir. Bu hasletler nebiyi ekremin (s.a.a.) döneminde (s.a.a.) ve günümüz toplumlarda da vardı ve var olmakta. Kuranı kerim onların kıssalarını tekrar etmiş ki insanlar ibret alsınlar ve böyleli bedbahtlığa duçar olmasınlar.  Şöyle denilmesi mümkün: kuranda hazreti Musa’nın (a.s.) ve İsrail oğullarının yaşamına mükerrer teveccüh edilmesi onların yaşamındaki düşüşler, kalkmalar, yenilmeler ve galibiyetleri ve onların yaşantılarının büyük bir kısmının Müslümanların yaşamların benzerliğin var olmasıdır. Örneğin: bedir savaşı Talut (a.s.) ile birlikte olanların alın yazısına çok benziyor. Tarihi verilere göre her iki ordunun asker sayısı aynı idi. Hem peygamberle birlikte savaşan erlerin sayısı 313 kişiydi hem Talutla birlikte savaşan erlerin sayısı 313 kişiydi. Her ikisi de, sayısı çok olan müşriklerin karşısında savaşmışlar ve nihayet her ikisi de savaşı kazanmışlar.[2] Kur’anı kerim Talut’un kıssasına ve onunla birlikte olanların kıssasına işaret ediyor ki bu azıcık toplumun, sayısı çok olan müşrik ve kâfir olan toplum karşısında göstermiş oldukları direniş ve sabırlarını övüyor ki Müslümanlar için örnek teşkil etsin.
Birçok rivayette masum imamlar (a.s.) bu benzerliğe işaret etmişlerdir. Rivayetlerin birisinde ümmeti muhatap alarak şöyle deniliyor: “siz de İsrail oğulları gibisiniz. Onların işlerini yapacaksınız”.[3]
  1. Samirri Meselesi:
Altından tosunun yapılması, münafık olan Samiri tarafından yapıldı. İsrail oğulları tarafından tapıldı ve hazreti Musa’nın vasisi olan Harun’a (a.s.) itina ememişlerdi. Müslümanların uyarılması ve uyanıp münafıkların oyununa gelmemeleri için bu kıssa kur’an’ın dört suresinde tekrar edilmiştir.[4]
Netice şu ki; ders ve ibret verici şekilde olan olayların çoğunu hazreti Musa ve kavminde bulunabiliniyor. Zira İsrail oğulları çok asi, isyancı ve dolayısıyla ibret ve ders verici olayların çoğu bu toplumun hayatında mevcuttur. Allah u Teâlâ kur’an’ın farklı yerlerinde bu toplumun tarihine değinmiş hayatlarını anlatıyor. Buna binaen kuranın kıssalarının her bir bölümüne dikkatle her bir kısmın kendisine has hikmet ve felsefesi var ve tekrar edilmesi boş ve anlamsız değildir.
 

[1] Mekarim Şirazi, Nasır, “Kıssahayi Kuran”, baskı, 5, Tahran: darul kutubil İslamiye, 1385.
[2] Merkezu es-sekafetu ve el-meariful İslamiye, “Ulumu’l  - Kuran indel Müfessirin”, baskı, 1, Kum: defteri tebligati islami, 1375, c. 3, s. 399.
[3] Quest site, 897.sorudan istifade edilmiştir.  
[4] Muhammed İştihardi, Muhamed, “Kıssahayi Kuran bı Kalem-i Revan”, baskı, 1, Tahran: Nevevi, 1378, s. 268 – 269.